Dün gece uyurken sırtıma bir pati dokundu. Sonra bir kez daha. Kızımın kedisi. Kızım İstanbul’da, hatun da onunla beraber İstanbul’da ve kızımın kedisi benimle. Aslında pek anlaşamıyoruz ama durum gereği geçici rollerimizi oynuyoruz işte. Uyandım ve saate baktım, 03:52.
-Ne oldu oğlum, ne var…
-Maavvv…
Kalktım ve önüme düştü, beni suyuna götürdü. Beyefendi bardaktan su içiyor. Bir de su kabı var ama nafile, su kabı bir yerde, bardak bir yerde. Bardağı devirip suyu dökmüş. Su kabında su var ama yok, o illa da bardakta su içecek. Üstelik suyu bilerek döküyor. Çünkü soğuk su istiyor beyefendi.
-Oğlum yine mi, bu kaçıncı…
-Mav…
Suyunu verdim ve dilini daldıra çıkara, sesler içerisinde içmeye başladı soğuk, buz gibi suyunu.
Ufacıktı bize geldiğinde, henüz üç aylık. Açık kum rengi bir siyam erkeği, hem de kırık kuyruk. Siyamlar da aranan bir özellik. Şimdi üç yaşında ve İstanbul’da kızımla yaşıyor ama iki yazdır birer ay geçirmek zorunda kalıyoruz onunla. Yani sadece ikimiz. Hayır, benden fazla hazetmiyor bir de, iyi mi? Ben hayvanları çok severim, özellikle de köpek ve kedileri, iyi de anlaşırım hatta birçok kez dostum da oldu hayvanlar arasında ama benimle iyi ilişki kuramayan tek yaşamak zorunda olduğum hayvan bu siyam. Adı SAFİR, kızım koydu ismini. Yaşı ilerledikçe beklediğimiz gibi tüylerinin rengi kararmaya başladı ve çok da yakışıklı bir erkek oldu. Kedi azmanı kerata, on kilo geliyor tartıda. Tilkiden iri neredeyse.
Aslında gece iyi geçinmiştik. Balkonda rakı içiyordum. Biraz peynir, zeytin ve karpuz. Önümde bilgisayarım, üzerinde çalıştığım SESTOS-ABYDOS kitabını yazmaya uğraşıyorum. Geldi yattı rakının önüne, her zaman ki gibi bir zeytin istedi ve aldığı siyah zeytini ve koklaya koklaya oynamaya başladı. Bayılıyo kerata zeytine. Aslında sofraya hiç gelmez ve yemeklerin tadını katiyen bilmez. Arsızlık da yapmaz. Sofra ortada duru ama Safir’in umuru olmaz. Bir kez kızım zeytinli yaş mama almış, o gün bu gün zeytin kokusuna geliyor ve bir zeytin alıyor sofradan.
Ben Abydos’un kuruluşunu yazıyorum, Miletoslular falan, o da oynuyor işte zeytinle. İyiyiz yani. Oysa bir gün önce ben onu sevmek isterken birden işi karıştırıp sağ kolumu dört ayağı ile sarıp, dişlerini bileğime geçirip çenesini kitlemişti hıyarağası. Hayır, bunu yaptığı kolumda Göktürkçe kızımın adı kazılı dövme ile. Kolumu sallıyorum bıraksın diye ama nafile. Zor kurtulmuştum elinden. Bileğimde diş izleri, hepsi damarların etrafında, bir türlü denk getirememiş. Akşam akşam bir mikro damar cerrahı arayacaktık Çanakkale’de. Neyse ki dövme sağlam ama kolumu görmelisiniz. Bileğimden dirseğime diş ve tırnak izleri. Parçaladı resmen kolumu.
Yani bir gün önce bunları yaşamışız, bir gün sonra rakı soframda kerata. Öyle de severiz birbirimizi. Neyse, yine yatağa yöneldim ve kıvrıldım. Malum, rakı kafası her akşam ki gibi. Bir müddet sonra yine omuzumda bir pati, bu kez ard arda iki vuruş. Döndüm, hava biraz aymış. Yüzü görünüyor keratanın. Mama kabını almış ve yatağa getirmiş. Boş bir mama kabı. Anlamı belli. Görevini yap yoksa seni Asya’ya şikayet ederim bakışları var yüzünde. Asya kızım malumunuz üzere. Saate baktım, 06:42.
-Safirrrr… Bu saatte yemeği ne yapacaksın…
-Mauvvvv…
Kalktım ve sevdiği yemeği verdim, kuru mama yerine yaş mama. Ton balıklı ve mangolu hatta bir de ananas takviyeli. Çıldırdı amcaoğlu. Bunu yedikten sonra yaklaşık yarım saat evin içinde çılgınlar gibi koşuyor, düz duvara tırmanıyor resmen. Hayır, iri de… Hani, peşini toplamak zorunda kalıyorum da, neysseee…
Yıllar önce kedilerle ilgili bir köşe yazısı yazmıştım. Benim hatunun en sevdiği köşe yazım olmuştu. Ne basit bir hayatları var demiştim kediler için. Yemek yiyorlar ve uyuyorlar, zamanı gelince de ölüyorlar. Basit. Hangi ülkede yaşadıklarının, yaşadıkları coğrafyanın, o coğrafyada konuşulan dilin, kültürel yapının hiçbir önemi yok onlar için. Dolar kuru da bilmiyorlar, çek de, senet de, kredi kartı da. Buldular mı yiyorlar, kızana gelince sevişiyorlar, köpekten korkup sinek yakalıyorlar. Sıcak önemli hayatlarında, seviyorlar ısıyı. Zor zehirleniyorlar çünkü akılı yaratıklar, öyle her şeyi yemiyorlar. Seçiciler ve titizler. Konuşmayı çok seviyorlar, insanlarla iletişimde süperler ama isterlerse. Yavru kedilere tecavüz etmiyorlar, hem cinslerinin organları ile işleri yok. Karınları tokken yiyecek savaşı vermiyorlar. Doğaya saygılılar, doğum kodları neyse, sadece o kodlarla yaşıyorlar. Zarar vermek gibi bir kodlamaları yok. Hiçbir hayvanın yok böyle bir zarar verme kodu. Bu kod sadece biz insanlar da var. Birbirimize zarar veriyoruz, hayvanlara, bitkilere, doğaya zarar veriyoruz. Birbirimize, hayvanlara cinsel tacizde bulunuyoruz. Karnımız tok olduğu halde sürekli yiyecek için çalışıyoruz. Çiftlikler kurup hayvanlar üretiyoruz, ihtiyacımızdan fazlasını fantezi besinler üretmek için harcıyoruz. Kısacası biz doğayı da, tabiat dengesini de, insanlığı da hızla yok ediyoruz.
Neyse, Safir ton balıklı mango ile karnını doyurup evin tozunu atarken ben de son parti uykumu uyumak üzere uzanmıştım ki bu kez de saat çaldı iyi mi? Hayat işte, tok karnımı doyurmak için çalışmalıydım çünkü hemşehrim olan Lidyalılar parayı bulmuşlardı bir kez…
YAZARLAR
21 Haziran 2019 - 10:38
Oğlumuz Safir
Dün gece uyurken sırtıma bir pati dokundu
YAZARLAR
21 Haziran 2019 - 10:38
İlginizi Çekebilir