Nietzsche "İnsan hayvan ve tanrı arasına gerilmiş bir iptir" der.
Bilinçli bir varlık olma durumundan uzak olan hayvan, eksik olduğu bu özelliği gereği yaşamını tamamen dürtüsel olarak yaşar.Bu onu sorgulama gücünden yoksun kılmıştır.Saf bilince sahip Tanrı içinse her şeyi bilen olması dolayısıyla merak etme ve yeni bir şey öğrenme durumu söz konusu değildir.Bilinç ve bilinç dışına aynı anda sahip olan insan içinse evren daha bilinmeyen sayısız gerçekle doludur. İşte hem bilince sahip bir varlık olması dolayısıyla tanrıdan bir parça taşırız.Hem de dürtüsel ve güdüsel özelliklerimizle bilinç dışı ilkel bir canlı olma özelliğini üzerimizde barındırırız.
Aristotales'in "insan doğası gereği bilmek ister" sözü de insanoğlunun yönünü bize gayet iyi açıklar. Buradaki şüphe kelimesi olarak bahsettiğim, psikolojinin yetkinlik alanındaki patolojik çerçeve değil. Tamamen merak ve hayret sarkacında kendini var eden sorgulayıcı karakterden bahsediyorum.
Zira "biliyorum" dediğinde aslında biraz da körleşir insan.
Biraz düşünecek olursak uygarlığın kendini bugünlere kadar getirmesi insanoğlunun önce merak,şüphe ve hayret üçgenindeki varlığı ile mümkün olmuştur. Bilim ve Felsefenin temelini de yine bu şüphe oluşturur.
Tanrının bize verdiği akıl da şüphe etmeden hakkı verilmemiş bir üstünlük olarak körelir gider.
Dogmatik düşüncenin varlığı ,tam da bu noktada doğmuş ve derin bir paradoksun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Zira inancımızın en büyük hakikati olan tanrıyı sorgulayalım ve bilinmeyen ile gerçeğe ulaşabilelim diye bize aklı bahşetmiştir diye düşünüyorum. Hakikat, insan varoluşunun en tepe gerçeği ise o meşakkatli yolun her basamağı şüphe merak ve hayret ile döşelidir.
Bilinçli bir varlık olma durumundan uzak olan hayvan, eksik olduğu bu özelliği gereği yaşamını tamamen dürtüsel olarak yaşar.Bu onu sorgulama gücünden yoksun kılmıştır.Saf bilince sahip Tanrı içinse her şeyi bilen olması dolayısıyla merak etme ve yeni bir şey öğrenme durumu söz konusu değildir.Bilinç ve bilinç dışına aynı anda sahip olan insan içinse evren daha bilinmeyen sayısız gerçekle doludur. İşte hem bilince sahip bir varlık olması dolayısıyla tanrıdan bir parça taşırız.Hem de dürtüsel ve güdüsel özelliklerimizle bilinç dışı ilkel bir canlı olma özelliğini üzerimizde barındırırız.
Aristotales'in "insan doğası gereği bilmek ister" sözü de insanoğlunun yönünü bize gayet iyi açıklar. Buradaki şüphe kelimesi olarak bahsettiğim, psikolojinin yetkinlik alanındaki patolojik çerçeve değil. Tamamen merak ve hayret sarkacında kendini var eden sorgulayıcı karakterden bahsediyorum.
Zira "biliyorum" dediğinde aslında biraz da körleşir insan.
Biraz düşünecek olursak uygarlığın kendini bugünlere kadar getirmesi insanoğlunun önce merak,şüphe ve hayret üçgenindeki varlığı ile mümkün olmuştur. Bilim ve Felsefenin temelini de yine bu şüphe oluşturur.
Tanrının bize verdiği akıl da şüphe etmeden hakkı verilmemiş bir üstünlük olarak körelir gider.
Dogmatik düşüncenin varlığı ,tam da bu noktada doğmuş ve derin bir paradoksun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Zira inancımızın en büyük hakikati olan tanrıyı sorgulayalım ve bilinmeyen ile gerçeğe ulaşabilelim diye bize aklı bahşetmiştir diye düşünüyorum. Hakikat, insan varoluşunun en tepe gerçeği ise o meşakkatli yolun her basamağı şüphe merak ve hayret ile döşelidir.