“Seninle kavga edenden, tanrın Nanna seni korusun.
Sana saldırandan, tanrın Nanna seni korusun.
Tanrının gözüne giresin.
İnsanlığın seni yüceltsin; boynunu, gönlünü.
Kentinde ki bilgelerin başı olasın,
Kentin adını en gözde yerlerde ansın,
Tanrın sana seçkin bir adla seslensin,
Tanrın Nanna’nın gözüne giresin,
Tanrıça Ningal’in kayrası yanında olsun.” Günümüzden 3700 yıl önce kazınmış on yedi kil tabletten oluşan bir denemenin sonunda ki babadan oğula şiirle başlamak istedim. Bir Sümer denemesi.
Sümerler yazı dizimin ilk bölümünde hatırlayacağınız gibi eğitim sisteminden ve tarihte ki bilinen ilk okuldan bahsetmiştim. Bu babadan oğula şiirde de görüldüğü gibi eğitim sadece okul hayatında değil, aynı zamanda aile yaşantısında da kendisini gösteriyor. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Okullarda yazman yetiştirmenin ilk ve en önemli amaç olduğundan bahsetmiştim. Bu yazmanlar tapınaklarda ve saraylarda özellikle ekonomik alanda görev alan kişiler olmaktaydılar eğitimlerinin sonunda. Eğitime önem veren bilinen ilk toplum olan Sümerlerde acaba yönetim nasıldı? Birlikte bakalım.
Günümüzden 5000 yıl önceye, yani İÖ 3000 yılına gidiyoruz bir kez daha. Bir çoğunuz okumuş yada okumasa da duymuştur meşhur Uruk kralı Gılgamış’ı ve O’nun destansı hayat hikayesini. Sümerler kent-devletlerden oluşan bir yapıdaydılar. Uruk kralı Gılgamış’da işte bu yapının bir kralıydı.
Messer Shmit isimli bir İngiliz 1873 yılında Londra Kraliyet Akademisi’nde düzenlenen konferansta konuşma yapmaktaydı. Konuşması salonda büyük heyecan yaratmıştı çünkü; Mezopotamya’dan gelen kil tabletler arasında tufan hikayesine rastladığını söylemekteydi. Çünkü semavi dinlerde Tanrı tarafından yazdırılmış olduğuna inanılan bu hikâyenin tabletlerde olması inançların sorgulanması anlamına geliyordu. Shmit yaptığı konuşmada 12 kil tabletten ve tabletlerin Gılgamış adında ki bir Uruk kralın destanından bahsettiğini anlatmıştı. Gılgamış destanının sonunda tufan hikâyesi vardı. Bu tabletler Mezopotamya’nın kuzeyinde, eski adı Nınıve yeni adı Koyuncuk olan yerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştı. Yani Shmit’in tercüme ettiği tabletler MÖ 600’lerde yaşamış olan Asur kralı Asurbanipal2in kitaplığında bulunmuştu. Akadca yazılmıştı. Aslında Gılgamış destanına ait milattan öncesinde o denli çok farklı bölgelerde, farklı dillerde ve farklı zamanlarda yazılmış kil tablet bulundu. Yani destan yaşam devam ettikçe yayılmış ve yaşatılmıştı. Ne yazık ki bulunan tabletlerin yüzde sekseni bulundukları topraklara ait müzelerde değil batı coğrafyasında bulunan müzelerde sergilenmekte ve ne yazık ki çeviriler hep batılılar tarafından yapılmış durumda.
Destana göre Gılgamış Tanrılar tarafından özenilerek yaratılmış insanüstü bir varlık. Şöyle demekte kil tabletler;
“Ulu Tanrı Gılgamış’ı en uygun biçime soktu. Bütün Tanrılar O’na en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı O’na erdemin en büyüğünü, yeraltında ki tatlı su okyanusunun Tanrısı EA bilgeliği bağışladı.
Büyük Tanrılar Gılgamış’ı şu ölçüde yarattılar; boyunun uzunluğu on bir endaze (7 m 15 cm), göğsünün genişliği dokuz karış, adımlarının genişliği dört endaze idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başında ki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü. O’nda, üçte iki Tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
Bütün dünyayı dolaştıktan sonra Uruk şehrine vardı. Uruk caddelerinde heybetinden kafasını dik tutuyordu. Caddelerde yabani bir boğa gibi bağırırdı. Eşsizdi. Silahları düzenli ve hazırdı. İnsanlara rahat vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe azalmaya başladı. Gılgamış, oğlu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı.”
İşte, Uruk kentinin önce çobanı sonrasında da kralı olan Gılgamış ile Kiş kralı Agga arasında geçen bir öyküden bahsedeceğiz kısaca. Ancak öncesinde Gılgamış’ı tanıtmak gerekiyordu. Konumuza dönelim. Yönetim şekline.
Sümerlerin kamıştan kalem ile kil üzerine yazıyı kazımasıyla birlikte gelişen bir çok şeyden biri de politika olmuştu. Kralların gücünü engellemişler ve siyasal meclisin hakkını tanımışlardı. Böylelikle demokratik yönetimin ilk adımları atılmıştı. Gılgamış destanından bahsetmemin sebebi, tarihte yazılı ilk meclis toplantısının bu destan içerisinde yer almasıdır.
Günümüzden 5000 yıl önce Sümer, ülke üzerinde tam bir egemenlik kurmak için birbiriyle çatışan kent-devletlerden oluşuyordu. Bunların en önemlisi Kiş’ti. Ancak, Gılgamış’ın kral olmasıyla birlikte oldukça güneyde yer alan Uruk bir hayli güçlendi. Kiş kralı Agga tehlikenin farkına varmıştı. Gönderdiği elçi ile Uruklular’ı Kiş hükümdarlığını tanımaya davet etti. Uruklular bunu yapmazlarsa Agga kendilerine savaş açacaktı.
Uruk kentinde iki meclis toplandı. Birisi yaşlılar meclisiydi diğeri ise eli silah tutan yurttaşlar meclisi. Vermeleri gereken bir karar vardı. Ya Kiş’e boyun eğip barış içinde yaşayacaklar yada silahlara sarılıp bağımsızlık için savaşacaklardı. Uruk kralı Gılgamış ilk olarak ihtiyarlar meclisinin karşısına çıktı ve silahlara sarılıp bağımsızlık için mücadele etmek arzusunda olduğunu söyledi. Ancak ihtiyarlar Kiş’e boyun eğip barış içinde yaşamaya karar verdiler. Gılgamış bir kral olarak bu kurala aykırı davranamazdı ama diğer toplanan meclise de kararını sormalıydı ve öyle de yaptı. Eli silah tutan yurttaşlar meclisi savaşmaktan ve bağımsızlıktan yanaydı ve kralın iki meclisle de yaptığı görüşme sonrası aldığı karar bağımsızlık için savaşmaktı.
Aslında görüldüğü gibi kent-devletlerin meclis yapısı günümüz dünya ülkelerinin meclis yapılarına çok benziyor. İsmen var olmalarına karşın cismen yoklar ve nihai kararı kral, başkan, başbakan yada adı her neyse, o tek kişi vermekte…
Sana saldırandan, tanrın Nanna seni korusun.
Tanrının gözüne giresin.
İnsanlığın seni yüceltsin; boynunu, gönlünü.
Kentinde ki bilgelerin başı olasın,
Kentin adını en gözde yerlerde ansın,
Tanrın sana seçkin bir adla seslensin,
Tanrın Nanna’nın gözüne giresin,
Tanrıça Ningal’in kayrası yanında olsun.” Günümüzden 3700 yıl önce kazınmış on yedi kil tabletten oluşan bir denemenin sonunda ki babadan oğula şiirle başlamak istedim. Bir Sümer denemesi.
Sümerler yazı dizimin ilk bölümünde hatırlayacağınız gibi eğitim sisteminden ve tarihte ki bilinen ilk okuldan bahsetmiştim. Bu babadan oğula şiirde de görüldüğü gibi eğitim sadece okul hayatında değil, aynı zamanda aile yaşantısında da kendisini gösteriyor. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Okullarda yazman yetiştirmenin ilk ve en önemli amaç olduğundan bahsetmiştim. Bu yazmanlar tapınaklarda ve saraylarda özellikle ekonomik alanda görev alan kişiler olmaktaydılar eğitimlerinin sonunda. Eğitime önem veren bilinen ilk toplum olan Sümerlerde acaba yönetim nasıldı? Birlikte bakalım.
Günümüzden 5000 yıl önceye, yani İÖ 3000 yılına gidiyoruz bir kez daha. Bir çoğunuz okumuş yada okumasa da duymuştur meşhur Uruk kralı Gılgamış’ı ve O’nun destansı hayat hikayesini. Sümerler kent-devletlerden oluşan bir yapıdaydılar. Uruk kralı Gılgamış’da işte bu yapının bir kralıydı.
Messer Shmit isimli bir İngiliz 1873 yılında Londra Kraliyet Akademisi’nde düzenlenen konferansta konuşma yapmaktaydı. Konuşması salonda büyük heyecan yaratmıştı çünkü; Mezopotamya’dan gelen kil tabletler arasında tufan hikayesine rastladığını söylemekteydi. Çünkü semavi dinlerde Tanrı tarafından yazdırılmış olduğuna inanılan bu hikâyenin tabletlerde olması inançların sorgulanması anlamına geliyordu. Shmit yaptığı konuşmada 12 kil tabletten ve tabletlerin Gılgamış adında ki bir Uruk kralın destanından bahsettiğini anlatmıştı. Gılgamış destanının sonunda tufan hikâyesi vardı. Bu tabletler Mezopotamya’nın kuzeyinde, eski adı Nınıve yeni adı Koyuncuk olan yerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştı. Yani Shmit’in tercüme ettiği tabletler MÖ 600’lerde yaşamış olan Asur kralı Asurbanipal2in kitaplığında bulunmuştu. Akadca yazılmıştı. Aslında Gılgamış destanına ait milattan öncesinde o denli çok farklı bölgelerde, farklı dillerde ve farklı zamanlarda yazılmış kil tablet bulundu. Yani destan yaşam devam ettikçe yayılmış ve yaşatılmıştı. Ne yazık ki bulunan tabletlerin yüzde sekseni bulundukları topraklara ait müzelerde değil batı coğrafyasında bulunan müzelerde sergilenmekte ve ne yazık ki çeviriler hep batılılar tarafından yapılmış durumda.
Destana göre Gılgamış Tanrılar tarafından özenilerek yaratılmış insanüstü bir varlık. Şöyle demekte kil tabletler;
“Ulu Tanrı Gılgamış’ı en uygun biçime soktu. Bütün Tanrılar O’na en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı O’na erdemin en büyüğünü, yeraltında ki tatlı su okyanusunun Tanrısı EA bilgeliği bağışladı.
Büyük Tanrılar Gılgamış’ı şu ölçüde yarattılar; boyunun uzunluğu on bir endaze (7 m 15 cm), göğsünün genişliği dokuz karış, adımlarının genişliği dört endaze idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başında ki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü. O’nda, üçte iki Tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
Bütün dünyayı dolaştıktan sonra Uruk şehrine vardı. Uruk caddelerinde heybetinden kafasını dik tutuyordu. Caddelerde yabani bir boğa gibi bağırırdı. Eşsizdi. Silahları düzenli ve hazırdı. İnsanlara rahat vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe azalmaya başladı. Gılgamış, oğlu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı.”
İşte, Uruk kentinin önce çobanı sonrasında da kralı olan Gılgamış ile Kiş kralı Agga arasında geçen bir öyküden bahsedeceğiz kısaca. Ancak öncesinde Gılgamış’ı tanıtmak gerekiyordu. Konumuza dönelim. Yönetim şekline.
Sümerlerin kamıştan kalem ile kil üzerine yazıyı kazımasıyla birlikte gelişen bir çok şeyden biri de politika olmuştu. Kralların gücünü engellemişler ve siyasal meclisin hakkını tanımışlardı. Böylelikle demokratik yönetimin ilk adımları atılmıştı. Gılgamış destanından bahsetmemin sebebi, tarihte yazılı ilk meclis toplantısının bu destan içerisinde yer almasıdır.
Günümüzden 5000 yıl önce Sümer, ülke üzerinde tam bir egemenlik kurmak için birbiriyle çatışan kent-devletlerden oluşuyordu. Bunların en önemlisi Kiş’ti. Ancak, Gılgamış’ın kral olmasıyla birlikte oldukça güneyde yer alan Uruk bir hayli güçlendi. Kiş kralı Agga tehlikenin farkına varmıştı. Gönderdiği elçi ile Uruklular’ı Kiş hükümdarlığını tanımaya davet etti. Uruklular bunu yapmazlarsa Agga kendilerine savaş açacaktı.
Uruk kentinde iki meclis toplandı. Birisi yaşlılar meclisiydi diğeri ise eli silah tutan yurttaşlar meclisi. Vermeleri gereken bir karar vardı. Ya Kiş’e boyun eğip barış içinde yaşayacaklar yada silahlara sarılıp bağımsızlık için savaşacaklardı. Uruk kralı Gılgamış ilk olarak ihtiyarlar meclisinin karşısına çıktı ve silahlara sarılıp bağımsızlık için mücadele etmek arzusunda olduğunu söyledi. Ancak ihtiyarlar Kiş’e boyun eğip barış içinde yaşamaya karar verdiler. Gılgamış bir kral olarak bu kurala aykırı davranamazdı ama diğer toplanan meclise de kararını sormalıydı ve öyle de yaptı. Eli silah tutan yurttaşlar meclisi savaşmaktan ve bağımsızlıktan yanaydı ve kralın iki meclisle de yaptığı görüşme sonrası aldığı karar bağımsızlık için savaşmaktı.
Aslında görüldüğü gibi kent-devletlerin meclis yapısı günümüz dünya ülkelerinin meclis yapılarına çok benziyor. İsmen var olmalarına karşın cismen yoklar ve nihai kararı kral, başkan, başbakan yada adı her neyse, o tek kişi vermekte…