İş dünyasında artık “Ben ne üretiyorum?” sorusunun pabucu dama atıldı. Yerine daha pratik sorular geçti: “Rakip ne yapmış, ben nasıl kopyalarım?” ve daha acıklısı, “Onu nasıl kötülersem kendimi yüceltmiş olurum?” Oldu olacak, broşürlere “Rakibim kötüdür” yazalım, insanlar da koşa koşa bize gelsin, değil mi?
Pazarlamada başkasını kötüleyerek yükselmek, suyu kirletip kendi çayını demlemeye benzer. Bir süre sonra o kirli su senin bardağına da dolar. Rakibi karalamak, sadece etik değil, stratejik olarak da zayıf bir hamledir. Çünkü müşteriler artık kimin neyi neden söylediğini, kimin neyi neden çaldığını çok çabuk fark ediyor. Hele sosyal medya çağında, yalanın ömrü story süresi kadar bile değil.
Birileri bir fikirle yola çıkar, sabırla üretir, dener, yanılır, sonunda ortaya sağlam bir iş koyar. Sonra bir başkası gelir, aynı fikri biraz cilalar, hatta işin komiği, rakibinin eksiklerini sayarak kendini anlatır. Ama ne kendi fikri vardır ortada, ne de bir emek izi.
Bu taktikler ilk bakışta “çakalca” görünebilir. Ama unutulmasın ki çakal çok koşar, aslan yavaş yürür ama sonunda avına ulaşır. Hızlı yükselen ama boş temelli işler, bir rüzgârla yıkılır. Rakibin adını anmadan kendi değerini anlatamayanlar, aslında kendilerine dair anlatacak fazla şeyi olmayanlardır.
O yüzden diyorum ki: Pazarlama bir rekabet alanıysa, bu yarış maraton gibi koşulmalı. Başkasını iterek değil, kendi adımlarınla ilerleyerek. Başkasının gölgesinde güneşlenenler, gölge çekilince yanar. Rakibini kötüleyerek serinleyenlerse, kendi müşterisinin güvenini terletir.
Pazarlamada ustalık; hem üretmekte, hem de rakibe laf atmadan dimdik durabilmektedir. Gerçek güç, başkasını çiğnemeden ayakta kalabilmektir.
Pazarlamada ustalık; hem üretmekte, hem de rakibe laf atmadan dimdik durabilmektedir. Gerçek güç, başkasını çiğnemeden ayakta kalabilmektir.
Bakın mesela, çarşıda küçük bir dükkan var: Mevsimlik ürünler, ev yapımı reçeller, yerli zeytinyağı satıyor. Adı sanı afişlere çıkmaz ama dükkan her daim dolu. Neden mi? Çünkü sahibi yıllardır aynı duruşta. Rakibi hakkında tek kelime etmez. “Benim portakal reçelim daha iyi” demez, “Benim reçelim Ayvalık portakalından, kabuğu az şekerli pişer” der. Kendi işini anlatır, malını sahiplenir.
Yanına yeni bir dükkan açılmış mesela, daha cafcaflı. Açıldığı gün, kendi işini sahiplenen esnafımız gidip “Hayırlı işler” demiş. O dükkan da ilk ay iyi iş yapmış ama sonra müşteriler birer birer geri dönmüş. Çünkü samimiyet, tabela değil; davranışla yazılır.
Çanakkale küçük yer. Kimsenin kimin ne dediği, nasıl davrandığı gizli kalmaz. O yüzden bu şehirde iş yaparken en büyük yatırım reklam değil, duruştur. Müşteri tabelayı değil, yüzü okur. Ve yüzünü yere eğmeyen, başkasını karalamadan işini yapan hep kazanır.
İyi haftalar.