Bozulmamış yapısı ve özgün yaşam şekli Bozcaada’yı değerli kılıyor
Bozcaada, Türkiye'nin en iyi korunmuş yerleşimlerinden biri. Ne büyük oteller ne yüksek yapılar ne de zincir restoranlar... Adayı özel yapan şeylerin başında bu “olmamışlık” geliyor. Bozcaada’da zaman sanki başka bir ritimle akıyor. İstanbul’un gürültüsü ya da Alaçatı’nın son yıllarda hızla ticarileşmiş görüntüsü burada yok. Zaten çoğu kişi de tam olarak bu yüzden Bozcaada’ya geliyor.
Yavaşlık, sadelik ve doğallık... Bozcaada’yı Bozcaada yapan bu temel özellikler, aynı zamanda onun korunması gereken en kırılgan yapıları. Fakat bu yapılar, giderek kontrolsüz turizm baskısı altında yıpranıyor.
Artan turizm baskısı, adanın kapasitesini zorluyor
Bozcaada, özellikle yaz aylarında nüfusunun kat kat üzerinde bir kalabalıkla karşılaşıyor. Feribot kuyruğunda saatlerce beklemek artık sıradan bir durum. Tatil günlerinde adaya ulaşmak bir çileye dönüşürken, adada konaklama bulmak da giderek zorlaşıyor. Konaklama tesisleri sınırlı olduğu için fiyatlar hızla yükseliyor. Bu durum yalnızca tatilcileri değil, adalıları da etkiliyor. Kimi yerli halk evini günlük kiraya veriyor, kimi ise sezonluk çalışanlara bile ev bulmakta zorlanıyor.
Aynı zamanda altyapı hizmetleri de bu yoğunluğu kaldıramıyor. Günübirlik gelen binlerce ziyaretçi, çöp, gürültü, trafik ve çevresel baskı yaratıyor. Bu baskılar karşısında Bozcaada’nın kırılgan yapısı alarm veriyor.
Yunan adaları tehdidi:
“Tatilci artık Midilli’ye, Sakız’a dönüyor”
Bozcaada ile ilgili en sık duyulan şikâyetlerden biri artık fiyatlar. Konaklama, yeme-içme ve ulaşım maliyetleri özellikle yaz aylarında ciddi oranda artmış durumda. Bu durum, tatilcileri karşı kıyıya; Yunan adalarına yönlendirmeye başladı. Aynı maliyetlerle Sakız, Midilli ya da Samos’ta tatil yapmak mümkün. Üstelik Yunan adalarında hem hizmet kalitesi hem konaklama alternatifleri daha geniş. Bu karşılaştırma, Bozcaada’nın rekabet gücünü zayıflatıyor.
Bozcaada elbette Yunan adaları gibi olmak zorunda değil, hatta olmamalı. Ancak fiyatların kontrolsüz artışı, hizmetlerin sınırlı kalması ve sezonluk düzensizlikler; tatilcinin gözünde adayı zor bir destinasyona dönüştürüyor.
Bozcaada için yönetilebilir turizm artık bir seçenek değil, zorunluluk
Bozcaada’nın bu büyüleyici kimliğini sürdürebilmesi için bir tercihle değil, bir zorunlulukla karşı karşıyayız: Yönetilebilir turizm. Turizmin ada halkını dışlamadan, çevreyi tahrip etmeden, kültürü bozmadan sürdürülebilmesi için artık sistemli bir modele geçilmeli.
Bozcaada'nın geleceği, yalnızca daha fazla turist çekmek değil; adanın doğasına, mimarisine, kültürüne uygun turist profiliyle dengeli bir yapı kurmakla mümkün.
Belki de adaya bir “turizm genel müdürü” gereklidir
Bu süreçte gündeme gelen önerilerden biri de adaya bir “turizm genel müdürü” atanması. Bu kişi ya da kurul; adadaki ziyaretçi sayılarını izleyecek, konaklama kapasitesini düzenleyecek, ulaşım planlarını yönetecek, çevresel etkileri gözlemleyecek ve adanın turizm politikasını uzun vadeli olarak yönlendirecek. Yerel yönetimin, belediyenin ve kamunun yükünü paylaşacak, profesyonel bir organizasyon modeli geliştirilecek.
Adanın turizm kaderinin rastlantılara ya da sadece sosyal medyanın trendlerine bırakılmaması gerekiyor. Bozcaada, “gelen gelse de olur, gelmese de olur” diyebileceğimiz bir yer değil. Tam tersine, gelenin de, kalanların da sorumlulukla yaklaşması gereken, özel bir coğrafya.
Geleceği birlikte tasarlamak
Bozcaada hâlâ eşsiz. Ama eşsizlik, kendi başına bir güvence değil. Bugün yönetilemeyen her şey, yarın kaybedilen değer olarak karşımıza çıkacak. Bozcaada’nın bugünkü haliyle kalmasını istiyorsak, onu şimdiden korumaya başlamalıyız.
Yerel halkın göç etmek zorunda kalmadığı, gençlerin adada kalıp üretmeye devam ettiği, doğanın yok edilmediği, turizmin sadece para değil kültür getirdiği bir Bozcaada mümkün. Ama bunun için yalnızca güzel fotoğraflar paylaşmak yetmiyor. Ortak akıl, planlama ve kararlılık gerekiyor.
SEDANUR ARIGÜN