Geçtiğimiz bahar, Ulusal Kanser Enstitüsü’nün (NCI) yayımladığı bir rapor da onun gözlemlerini destekledi: 2010-2019 yılları arasında ABD’de 50 yaş altı bireylerde 14 farklı kanser türünün görülme oranı artış göstermişti. Eski bir NCI direktörü olan ve şu anda Ohio Eyalet Üniversitesi’nde kanser programını yöneten Rathmell, “Klinikte fark ettiğim şey aslında genel bir eğilimin parçasıymış,” diyor.
Uzun süredir yapılan araştırmalar, “erken evre kanser” olarak adlandırılan ve genellikle 50 yaşın altındaki yetişkinlerde görülen kanser türlerinde belirgin bir artış olduğuna dikkat çekiyor. Meme, kolon, böbrek, pankreas, mide, testis ve rahim kanserleri gibi birçok türde bu yükseliş gözleniyor. Eskiden nadir rastlanan bu vakalar, 1990’lardan itibaren hem Amerika’da hem de dünyada düzenli şekilde artıyor. Her yıl binlerce yeni vaka kaydediliyor. Bu artışın bir kısmı gelişmiş tarama yöntemleri ve erken teşhis olanaklarıyla açıklanabiliyor. Ancak bilim insanları, bu yükselişi açıklayan asıl nedenin yaşam biçimimizdeki ve çevresel koşullardaki köklü değişimler olabileceğini düşünüyor.
Araştırmacılar genellikle 1950’leri dönüm noktası olarak kabul ediyor. Bu dönemde doğan bireyler, 1990’larda erken yaşta kanser teşhisi konulan ilk kuşak oldu. Dahası, sonraki her nesilde risk artmaya devam etti. Örneğin 1990 doğumlular, 1955 doğumlulara kıyasla bazı kanser türlerine yakalanma olasılığı açısından iki ila üç kat daha fazla risk taşıyor. Bilim insanlarına göre bu durum, çevresel maruziyetler ve yaşam tarzı değişikliklerinin sonraki kuşaklarda kanser gelişimini hızlandırdığını gösteriyor.
Boston’daki Brigham and Women’s Hospital’da görev yapan moleküler patolojik epidemiyolog Dr. Shuji Ogino, savaş sonrası dönemde yüksek gelirli ülkelerde yaşam biçimlerinin tamamen değiştiğini belirtiyor. İnsanlar artık çok daha az fiziksel aktivite yapıyor, daha fazla işlenmiş gıda ve şeker tüketiyor, plastik ve kalıcı kimyasallara yoğun biçimde maruz kalıyor. Hatta kanıtlar, modern çağın bir başka yan etkisine işaret ediyor: daha az uyku.
Washington Üniversitesi Siteman Kanser Merkezi’nden cerrah ve araştırmacı Dr. Yin Cao’ya göre, bu faktörlerin her biri erken yaşta kansere zemin hazırlıyor olabilir. Ancak böyle neden-sonuç ilişkilerini kanıtlamak son derece güç; tıpkı geçmişte sigara ile akciğer kanseri arasındaki ilişkinin kesinleşmesi gibi, bunun da uzun vadeli, büyük veri setlerine dayalı kanıtlar gerektirdiğini söylüyor. Yine de obezite, alkol kullanımı ve sağlıksız beslenme ile erken kanserler arasındaki ilişkinin bugün oldukça güçlü bulgularla desteklendiğini vurguluyor.
Obezitenin kansere nasıl zemin hazırladığı tam olarak açıklanamasa da bilim insanları bu durumu metabolik bozukluklar, insülin direnci, bağırsak mikrobiyomundaki değişiklikler ve kronik inflamasyonla ilişkilendiriyor. Alkol ise DNA’ya zarar vererek ve östrojen düzeylerini yükselterek, özellikle bazı meme kanseri türlerinin gelişimini tetikleyebiliyor.
Bugün, 1950’lere göre çok daha az hareket ediyoruz, daha fazla işlenmiş gıda tüketiyoruz, plastik ve kimyasallarla çevriliyiz ve uykusuzluk giderek yaygınlaşıyor.
Yeni araştırmalar, genetik değişimlerin kansere giden yolu kısaltabileceğini gösteriyor. Bilim insanları, doğum öncesinden itibaren maruz kalınan bazı çevresel etkenlerin genetik kod üzerinde kalıcı izler bırakabileceğini düşünüyor. Bu durum, genlerin hangi bölümlerinin aktif veya pasif olacağını etkileyerek kansere yatkınlığı artırabiliyor. New York’taki Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi’nden onkolog Dr. Karuna Ganesh, özellikle bağırsak hücrelerinin stres durumunda –örneğin iltihap sırasında– daha az gelişmiş hâllere dönme eğiliminde olduğunu anlatıyor. Bu hücreler normalde plastisite özelliği sayesinde şekil değiştirebilir, ancak uygun mutasyon gerçekleştiğinde kansere dönüşme olasılıkları artar.
Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. Lyudmil Alexandrov ise bağışıklık sistemi ile mikrobiyomun olgunlaşmadığı çocukluk yıllarında geçirilen enfeksiyonların kalıcı etkiler bırakabileceğini söylüyor. Özellikle kansere neden olabilen E. coli bakterisiyle ilk iki üç yılda yaşanan enfeksiyonların, genomda “ilk hasarı” oluşturduğu ve bireyleri “hızlı kanser yoluna” sokabileceği yönünde veriler mevcut. Alexandrov’un araştırmaları, toksin üreten bu bakterilerin sanayileşmiş ülkelerdeki çocukların dışkı örneklerinin yaklaşık yüzde 40’ında görüldüğünü, Afrika veya Hindistan gibi sanayileşmemiş bölgelerde ise neredeyse hiç bulunmadığını ortaya koyuyor.
Bu bulgular, kanser biyolojisine dair yeni bir bakış açısı getiriyor: Mutasyonlar tek başına yeterli değil. Dr. Ogino, sağlıklı bireylerin bile kanserle ilişkili genetik mutasyonlar taşıyabildiğini, ancak tümör oluşumunun yıllar almasının erken müdahale için fırsat sunduğunu belirtiyor.
Bir diğer önemli faktör ise üreme yaşındaki değişim. ABD’de kız çocukları artık 11–12 yaşlarında adet görmeye başlıyor; bu, 1950’lerdeki ortalamadan birkaç yıl daha erken. Öte yandan ilk gebelik yaşı da 20’den 27,5’e yükselmiş durumda. Uzmanlara göre, bu iki olay arasındaki sürenin uzaması, genç yetişkin kadınlarda meme kanseri riskinin artmasında etkili olabilir. Melbourne’deki Peter MacCallum Kanser Merkezi’nden Dr. Serene Loy, her adet döngüsünde hormon düzeylerinin dalgalanmasının meme hücrelerinin bölünme sıklığını artırdığını ve bunun mutasyon riskini çoğalttığını belirtiyor.
Siteman Kanser Merkezi’nden epidemiyolog Dr. Graham Colditz ise ilk adet ile ilk doğum arasındaki dönemde, bu hücrelerin radyasyon, alkol veya metabolik bozukluklara karşı çok daha hassas olduğunu söylüyor. Cold Spring Harbor Laboratuvarı’ndan Dr. Camila dos Santos’un çalışmaları ise hamilelik ve emzirme dönemlerinde bağışıklık hücrelerinin artmasının meme dokusunu kansere karşı koruduğunu ortaya koyuyor. Emzirme sonrası bu hücrelerin ölmesi ve kalan hücrelerin DNA onarımına odaklanması, göğüs dokusunda kalıcı olumlu değişiklikler yaratıyor. Ancak günümüzde kadınların daha geç yaşta ve daha az çocuk sahibi olmaları, bu koruyucu mekanizmalardan mahrum kalmalarına yol açıyor. Loy, “Bu süreç göğüsleri olumlu yönde değiştirir,” diyerek, modern yaşam tarzının kadınların biyolojik avantajlarını giderek törpülediğini vurguluyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: