Bir çok meseleyi halleden toplumlardaki örgütlülük düzeyinin yüksek olması hep kafamı kurcalamıştır. Acaba bu toplumlar, örgütlülük düzeyleri yüksek oldukları için mi bu problemlerin üstesinden gelmiştir yoksa problemlerini çözdüğü için mi örgütlülük düzeyleri bu derece yüksektir? Bana öyle geliyor ki bu iki faktör karşılıklı olarak birbirini besleyip büyütmektedir. Örgütlülük düzeyi arttıkça toplumu oluşturan bireylerin gücü ve güvenceleri arttığı için öz güvenleri de artmakta ve sorunları elbirliğiyle çözme imkanları artmaktadır. Sorunları örgütlülükleriyle çözen toplum üyeleri, örgütlülüğün gerekliliğine olan inançları pekişmekte ve dolayısıyla da daha çok örgütlenme yoluna gitmektedirler. Hollanda, Danimarka, İsveç vs. gibi ülkeler bu kategoride değerlendirilebilirler.
Türkiye’ye gelince durum içler acısı. Bunun bir çok nedenleri sayılabilir. En önemli faktörün ise “korku” olduğunu düşünüyoruz. Tabii ki bu korku faktörünün de haklı sebepleri var. En ufak bir muhalif örgütlülüğün baskı altına alınıp kapatma davaları ve hatta hapis ve gözaltı yöntemleriyle gözdağı verilmesi yurttaşların örgütlülüklerden uzak durmaları gerektiği gibi sonuçlar doğurmuştur. Özellikle 12 Eylül Darbesi ile birlikte tüm muhalif sendika, dernek ve partilerin kapatılması, yöneticiler hakkında davalar açılıp gözaltı ve tutuklama kararları alınması ve yakalanmayanlar hakkında da arama kararları çıkarılıp arandığına dair duvar afişlerinin kent sokak ve meydanlarındaki duvarlara asılması insanlar üzerinde ciddi bir psikolojik baskı yaratmış ve sonuçta bir çok vatandaşın örgütlenmelerden uzak durması ve kaplumbağalar gibi kabuğuna çekilip verilene ve kendisine reva görülene sessizce razı olması ve kabullenmesine yol açmıştır.
2016 yılında Doç. Dr. Seyfi ÖZGÜZEL ve Veli Ercan ÇETİNTÜRK tarafından hazırlanıp https://dergipark.org.tr/ sitesinde yayımlanan bir makaleden aşağıdaki çarpıcı bilgilere ulaşabilirsiniz. “Hollanda ve Danimarka gibi demokrasi açısından gelişmiş ülkelerde sivil toplum kuruluşlarına katılım düzeyi %80’lerin üzerinde iken ülkemizde bu oran ancak %8-10’larda seyretmektedir. Türkiye’de Sivil toplum kuruluşlarına üyelik, gönüllülük ve bağış düzeyleri oldukça düşüktür. Halkın %4,5’i sosyal %5,3’ü ise siyasi nitelikte bir sivil toplum kuruluşuna üyedir ve %2,5’i sosyal, %4,2’si siyasi nitelikte bir sivil toplum kuruluşunda gönüllülük yapmaktadır. Bağış oranları da benzer şekilde oldukça düşüktür. Uluslararası bir araştırmaya göre nüfusun sadece %14’ü son bir ay içinde bir STK’ya nakdi bağış yapmıştır. Aynı araştırmada Türkiye bağış, gönüllülük ve tanımadığı birine yardım etme eğilimleri açısından 153 ülke içinde 134. sırada yer almıştır” Türkiye ile ilgili verilerin içinde dini cemaat ve tarikatlarca oluşturulan dernek, vakıf ve benzeri yapıların da dahil olduğu düşünüldüğünde, ülkemizde aslında örgütlülüğün yerlerde süründüğü sonucuna varmak çok da zor olmasa gerek. Bana göre Türkiye Toplumu, örgütsüzlüğün anatomisini incelemek isteyenler için ciddi bir laboratuvar işlevi görme imkanları sunuyor. Hızla Ortadoğulaşma eğiliminde olan ülkemizde örgütsüzlüğün hakim olması ve var olan örgütlülüklerin de neredeyse tamamının hiyerarşik ve dikey, aşırı merkeziyetçi ve bürokratik yapılardan oluşması da yurttaşların örgütsüzlüğüne temel oluşturmaktadır. Bir yandan iktidar blokunun toplumu örgütsüzleştirme ve eğer illa ki bir örgütlülük oluşturulacak ise de yandaş bir yapılanmanın oluşturulması için uyguladığı baskı ve dayatma, diğer yandan da var olan örgütlenmelerin taşıdığı olumsuzluklar birlikte değerlendirildiğinde Türkiye Toplumunun neden örgütsüz bir toplum olduğu daha anlaşılır bir hal alıyor.
Örgütsüzlük toplumsal sorunların çözümünü zorlaştırıp içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açarken günümüzde sık sık karşılaştığımız küresel krizlerin etkisinin de ağır bir şekilde hissedilmesine neden olmaktadır.
Toplumsal örgütsüzlüğü aşmaya çalışan bir hareketin ilk yapması gereken şey, var olan örgütlülüklerin olumsuzlukları ve aksayan yanlarını tespit ederek, yaratılacak yapılanmanın “nasıl olmaması gerektiğini” tespit etmekle işe başlamalıdırlar. Emekliler Türkiye Meclisi’nin, Emekli Meclisleri Sendikasını kurmadan önce bu yöntemi takip etmesi, en azından emekliler alanında ciddi bir umut yaratmış ve bu umut her geçen gün somut desteğe dönüşmektedir. Çağımız bilgiye ulaşma ve bilginin paylaşımı konusunda bizlere ciddi imkanlar tanımaktadır. Gerek bilgi birikimi ve gerekse teknolojik gelişmelerin ulaştığı seviye, örgütlenmelerde doğrudan demokrasi ve doğrudan demokratik katılımın önündeki tüm engelleri kaldırmaya yeter düzeydedir. Yeter ki eski alışkanlıklarımızdan vaz geçmeyi ve onlardan arınmayı başarmış olalım. Öte yandan iktidar blokunun baskı ve itibarsızlaştırma çabalarına karşı ise en doğru çözüm, haklı ve meşru zeminde yürüyerek fiili örgütlülükler yaratmak ve bunun için de öncelikle kamu vicdanında yer edinmeyi ve onların desteğini sağlamaktan geçiyor. Son söz olarak şunu söyleyebilirim ki örgütsüzlük, günümüz Türkiye’sine hiç yakışmıyor. Bu ayıptan bir an önce kurtulmak umuduyla…
Yorumlar
Kalan Karakter: