

Niyazi-i Mısri, sadece bir mutasavvıf değil; aynı zamanda düşünceyi eyleme dönüştüren, cesur bir halk önderidir. II. Ahmet döneminde binlerce müridiyle dikkat çeken Mısri, vaazlarında saraya ve ulemanın dar yorumlarına karşı açıkça eleştiriler getirince Bursa’ya sürgün edilir.
Asıl çatışma ise Avusturya Seferi öncesinde yaşanır. Mısri, sefere katılmak için padişahtan izin ister. Ancak bu teklif, hem söylemlerinin halk arasında huzursuzluk yarattığı gerekçesiyle hem de müridlerinin sert tavırlarından duyulan endişeyle reddedilir. Fakat o, bu karara rağmen Edirne’ye gitmekte kararlıdır. Yanına yoldaşlarını alarak yola çıkar, ancak burada durdurularak önce Bursa’ya, ardından Limni Adası’na sürgüne gönderilir.
Tarihçiler bu sürgünü, Osmanlı'da sofi düşüncenin kamusal etkisinin bastırıldığı bir dönüm noktası olarak yorumlar. Mısri, bu bastırılmadan önceki son güçlü itirazdır.
DÜŞÜNCELERİ; SINIRLARIN ÖTESİNDE BİR DİL
Niyazi-i Mısri'nin fikirleri net çizgilerle tarif edilemez. Şiirlerinde kimi zaman Bedreddini çizgiye yakın durduğu görülse de, bazı beyitleri onu Ehl-i Sünnet inancına bağlı biri olarak gösterir:
“Peygamberimiz Muhammed Mustafa hepimizden üstündür. Ali güzel, eshabı çok temizdir.”
Bu yönüyle bazı alimler, onun sapkın ya da hurufi olmadığını vurgular. Ancak Sabatay Sevi ile ilişkisi olduğu söylentileri ve şathiye şiirlerindeki derin semboller, onu batıni yorumlara açık bir figür haline getirir.
Özellikle Yunus Emre’nin “Çıktım erik dalına…” şiirine yazdığı uzun ve sembolik şerh, onun geleneksel kalıpları zorlayan, özgün bir tasavvuf dili kurduğunu gösterir.

Türkiye’nin bu kültürel kıyıma sessiz kalması, Yunanistan’ın ise bu mirası yok sayması, iki ülke adına da utanç verici. "Geldim o dost ilinden / Koka koka gülünden / Niyazi’nin dilinden / Çağırırım dost! dost!"
Dizelerindeki o içli feryat, bugün sadece rüzgarda uçuşan yapraklara ulaşabiliyor. NİYAZİ MISRİ TÜRBESİNİN BU HALİNE BİR DÖRTLÜK YAZSAYDI (!) Biz kendimize bu soruyu sorduk ve kendimizce bir cevap bulduk. Muhtemelen rahmetli şöyle bir rödtlük yazardı diye düşündük. "Sürgün idik, dost yoluna vardık yine Limni'de
Kaldık yalnız, taş yıkılmış, ot dolmuş dergah ile
Ne bir dua, ne bir Fatiha, ne bir selam gelene
Ben öldümse aşk sağ kalsın, yaz bunu taş üstüne" SEMA ELMAS