GÖKÇEADA KENT KÖNSEYİ BAŞKANINDAN VEFA ADIMI
Niyazi-i Mısri’nin Limni Adası’ndaki bakımsız türbesi nihayet bazı yerel aktörlerin dikkatini çekti. Gökçeada Kent Konseyi Başkanı Bülent Aylı, Limni Belediye Başkanı’ndan randevu alarak türbenin geleceği için resmi bir görüşme gerçekleştireceğini açıkladı.
Şimdi gözler bu görüşmenin sonucuna çevrilmiş durumda. Ancak bu yalnızca yerel bir çaba olarak kalmamalı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu tarihi ihmale artık kayıtsız kalmamalı ve bu ortak mirasın korunması için Yunan makamlarıyla birlikte somut adımlar atmalıdır.
Bülient Aylı; Gökçeada Kent Konseyi Başkanı
NİYAZİ-İ MISRİ KİMDİR?
Tam adı Mehmed Niyazi Mısri olan bu önemli şahsiyet, 17. yüzyıl Osmanlı düşünce dünyasında kelamcılarla sofistler arasındaki köklü tartışmanın adeta sembol ismi haline gelmiştir. Malatya doğumlu, olan Mısri, İstanbul ve Anadolu coğrafyasında önemli fikirsel etkiler yaratmıştır. Mısır’da aldığı eğitim sebebiyle “Mısri” lakabını kullanmıştır.
Sinan Ümmi’nin Elmalı’daki dergahında başlayan tasavvufi yolculuğu, Bursa’da Halveti Tarikatı'nın bir kolu olarak “Mısri Tarikatı”nı kurmasıyla kurumsal bir şekle bürünür. Binlerce müridiyle birlikte Anadolu’da önemli bir halk hareketi etkisi yaratır.
SARAYLA ÇATIŞMA; SOFİLİĞİN SON DİRENİŞİ
Niyazi-i Mısri, sadece bir mutasavvıf değil; aynı zamanda düşünceyi eyleme dönüştüren, cesur bir halk önderidir. II. Ahmet döneminde binlerce müridiyle dikkat çeken Mısri, vaazlarında saraya ve ulemanın dar yorumlarına karşı açıkça eleştiriler getirince Bursa’ya sürgün edilir.
Asıl çatışma ise Avusturya Seferi öncesinde yaşanır. Mısri, sefere katılmak için padişahtan izin ister. Ancak bu teklif, hem söylemlerinin halk arasında huzursuzluk yarattığı gerekçesiyle hem de müridlerinin sert tavırlarından duyulan endişeyle reddedilir. Fakat o, bu karara rağmen Edirne’ye gitmekte kararlıdır. Yanına yoldaşlarını alarak yola çıkar, ancak burada durdurularak önce Bursa’ya, ardından Limni Adası’na sürgüne gönderilir.
Tarihçiler bu sürgünü, Osmanlı'da sofi düşüncenin kamusal etkisinin bastırıldığı bir dönüm noktası olarak yorumlar. Mısri, bu bastırılmadan önceki son güçlü itirazdır.
DÜŞÜNCELERİ; SINIRLARIN ÖTESİNDE BİR DİL
Niyazi-i Mısri'nin fikirleri net çizgilerle tarif edilemez. Şiirlerinde kimi zaman Bedreddini çizgiye yakın durduğu görülse de, bazı beyitleri onu Ehl-i Sünnet inancına bağlı biri olarak gösterir:
“Peygamberimiz Muhammed Mustafa hepimizden üstündür. Ali güzel, eshabı çok temizdir.”
Bu yönüyle bazı alimler, onun sapkın ya da hurufi olmadığını vurgular. Ancak Sabatay Sevi ile ilişkisi olduğu söylentileri ve şathiye şiirlerindeki derin semboller, onu batıni yorumlara açık bir figür haline getirir.
Özellikle Yunus Emre’nin “Çıktım erik dalına…” şiirine yazdığı uzun ve sembolik şerh, onun geleneksel kalıpları zorlayan, özgün bir tasavvuf dili kurduğunu gösterir.
LİMNİ'DEKİ TÜRBESİNİN 300 YILLIK ÇIĞLIĞI
Limni'deki türbe, mezarın çevresi otlarla kaplı, yönlendirme levhaları paslanmış ve bakımsız. Ne Türk devleti ne de Yunan yetkililer, bu kültürel mirasın korunmasına dair en ufak bir inisiyatif göstermiş.
Bu mezar sadece bir şahsa ait değil. Bu mezar, Osmanlı’daki tasavvuf düşüncesinin halkla nasıl etkileşim kurduğunun ve nasıl bastırıldığının somut bir hatırası.
Yunanistan hükümeti, "tarihi miras" diye Avrupa’dan fonlar almakla meşgulken, bu mezara tek bir kuruşluk restorasyon çalışması ayırmamış. Türkiye ise, AB üyeliği için Osmanlı tarihinden utanan bir üvey evlat gibi davranıyor. Limni’deki bu türbe, dış işleri ya da kültür bakanlığının gündeminde bile ne yazık ki yok.
BİR TÜRBEDEN YÜKSELEN İSYAN
Bugün Niyazi-i Mısri’nin türbesine sahip çıkmamak, yalnızca bir mezarı kaderine terk etmek değildir. Aynı zamanda, Osmanlı düşünce mirasının en özgün halk damarlarından birini göz göre göre silmek demektir.
Türkiye’nin bu kültürel kıyıma sessiz kalması, Yunanistan’ın ise bu mirası yok sayması, iki ülke adına da utanç verici.
"Geldim o dost ilinden / Koka koka gülünden / Niyazi’nin dilinden / Çağırırım dost! dost!"
Dizelerindeki o içli feryat, bugün sadece rüzgarda uçuşan yapraklara ulaşabiliyor.
NİYAZİ MISRİ TÜRBESİNİN BU HALİNE BİR DÖRTLÜK YAZSAYDI (!)
Biz kendimize bu soruyu sorduk ve kendimizce bir cevap bulduk. Muhtemelen rahmetli şöyle bir rödtlük yazardı diye düşündük.
"Sürgün idik, dost yoluna vardık yine Limni'de
Kaldık yalnız, taş yıkılmış, ot dolmuş dergah ile
Ne bir dua, ne bir Fatiha, ne bir selam gelene
Ben öldümse aşk sağ kalsın, yaz bunu taş üstüne"
Yorumlar
Kalan Karakter: