Bir mermi sesi, bir ülkenin kaderini değiştirebilir mi? 10 Ağustos 1915 sabahı, Conkbayırı’nın sisli tepelerinde tam da böyle bir şey oldu. Mustafa Kemal, Anafartalar cephesinde askerlerine “Süngü tak!” emrini verdikten kısa bir süre sonra göğsüne isabet eden bir şarapnel parçasıyla yere düştü. Herkes nefesini tutmuştu. O an, kumandanlarının vurulduğunu gören askerlerin gözleri korkuyla büyümüştü. Fakat birkaç saniye sonra Mustafa Kemal ayağa kalktı. Ceketi hafifçe aralandığında, göğsündeki madeni saatin paramparça olduğu görüldü. Şarapnel, saatin metal kapağında durmuştu. Eğer o saat olmasaydı, belki de Türkiye Cumhuriyeti hiç doğmayacaktı.
O saat, sadece zamanı değil, bir milletin yeniden doğuşunu da göstermişti. Fakat ne acıdır ki, bu tarihi emanet bugün Conkbayırı’nda değil, Amerika’da bir özel koleksiyonun tozlu raflarında olduğu iddia ediliyor.
Bir zamanlar bir askerin kalbini koruyan o saat, şimdi bir yabancının vitrininin arkasında sessizce geçmişi izliyor.
Saatin Hikayesi: Cepheden Koleksiyona
Savaş bittikten sonra, Mustafa Kemal bu saati dönemin Alman General Liman von Sanders’e hediye etmişti. Belki bir dostluk nişanesi, belki bir diplomatik incelikti. Sanders’in ölümünden sonra saat, ailesi aracılığıyla Avrupa’da dolaşmaya başladı. Ardından bir antika müzayedesinde Amerikalı bir koleksiyonerin eline geçtiği söyleniyor. Kimi kaynaklara göre New York’ta özel bir koleksiyonda, kimi söylentilere göre ise Washington yakınlarında bir müzede kasada saklanıyor.
Ancak kesin olan şu: o saat Türkiye’de değil.
Ve bu durum, Çanakkale’nin ruhuna yakışmıyor.
Conkbayırı’nda Bir Boşluk
Bugün Conkbayırı’nı gezen biri, Mustafa Kemal’in siper aldığı noktayı, askerlere yön verdiği yamacı, o meşhur dürbünü görebilir. Hatta saat olayını anlatan küçük bir tabelayla da karşılaşır. Fakat o saat orada değildir. Bu eksiklik, sadece bir eşyanın eksikliği değil; bir duygunun, bir hikâyenin eksikliğidir. Çünkü o saat, bir komutanın cesaretini değil, bir milletin yeniden doğuşunu temsil eder.
Alan Başkanlığı Nerede?
Çanakkale Alan Başkanlığı, son yıllarda müzecilik çalışmalarına hız veriyor. Ziyaret rotaları düzenliyor, dijital arşivler oluşturuyor, yeni müze projeleri geliştiriyor. Ancak, bu özel saatin izine dair kamuya açık bir çalışması yok; varsa da biz bilmiyoruz.
Oysa bu görev onlara düşer.
Bu topraklarda doğan, bu topraklarda hayat bulan bir kahramanlık öyküsünün en önemli sembollerinden biri başka bir ülkede sergilenmemeli. Alan Başkanlığı, sadece anıtları değil, anlamları da korumalı.
Belki bir araştırma komisyonu kurulmalı.
Belki Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri ile iş birliği yapmalı.
Belki de tıpkı Troya Hazineleri’nin izini süren bilim insanları gibi, bu saatin peşine düşecek tarihçiler, gazeteciler, diplomatlar olmalı.
Zaman Geri Dönmez Ama Emanet Dönebilir
Bugün 29 Ekim.
Cumhuriyet’in 102. yılı.
Ve biz hala Atatürk’ü o sabah göğsüne isabet eden o şarapnelin ardından hayatta tutan saati, vatan toprağında göremiyoruz.
Bu bir eksikliktir, ama aynı zamanda bir çağrıdır.
Belki de Conkbayırı’nın rüzgarları hala o sesi fısıldıyor:
“Beni buraya getirin.”
Çünkü o saat, sadece Mustafa Kemal’in değil, Türkiye’nin kalbidir.
Ve o kalp, yerinde — Çanakkale’de — atmalıdır.
Bir gün, o saat yeniden Conkbayırı’na dönerse, zamanı gösteren akrep ve yelkovan değil, tarihin nabzı atacaktır üzerinde.
O gün geldiğinde, Cumhuriyet’in temellerini atan o anda donup kalan zamanı bizler yeniden yaşarız.
O zamana dek, biz bu hikayeyi anlatmaya devam edeceğiz.
Çünkü bazen bir saat sadece zamanı değil, bir milletin kaderini de ölçer.
Olayın kronolojisi kısaca şöyle:
Tarih: 10 Ağustos 1915
Yer: Conkbayırı, Anafartalar Cephesi
Saat: Yaklaşık 07.00 (bazı kaynaklarda 07.10 olarak geçer)
Olay: Mustafa Kemal, askerleri hücuma kaldırdığı sırada göğsüne isabet eden bir şarapnel parçasıyla sarsılır. Ancak cep saatine çarpan mermi, ölümcül bir yara açmadan durur.
Sonrası: Mustafa Kemal yere düşer, kısa bir süre bilincini kaybeder, sonra ayağa kalkar ve hücumu yönetmeye devam eder.
Cep saati: O dönem kullandığı kapağı bombayla ezilmiş cep saati, olayın en somut kanıtı olarak hem hatıratlarda hem de görsel kayıtlarla yer alır.
Bu bilgi, hem Atatürk’ün kendi hatıralarında hem de Asım Gündüz’ün anılarında doğrulanmıştır.
Yorumlar
Kalan Karakter: