Doç. Dr. Hanife Akgül: “Yardımcı olurken acele etmeyin, yanlarında olduğunuzu hissettirin”
Depremin psikolojik yıkımıyla mücadelede dikkat etmemiz gereken noktaları işaret eden Türk PDR Derneği Çanakkale Temsilcisi ve ÇOMÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hanife Akgül, “Bizler, depremi hisseden ama yaşamayan kişiler olarak çok yoğun ve büyük bir suçluluk hissettik. Orada yaşanan acılar, ölümler ya da soğuk hava şartları, bizim burada sıcakta olmamız, yemeğe ulaşıyor olmamız, rahat içerisinde olmamız, bizde suçluluk ve çaresizlik duyguları oluşturdu. Bu çaresizlik ile birlikte depremzedelere de yardım ederken acele edelim istiyoruz. Ben en büyük desteğin, yanında olduğunuzu hissettirmeniz olacağına inanıyorum” dedi.
Türk PDR Derneği Çanakkale Temsilcisi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hanife Akgül ile depremin psikolojik yıkımıyla nasıl mücadele edilmesi gerektiği üzerine konuştuk. Depremzedeler ile nasıl iletişim kurmamız gerektiğini, depreme tanıklık edenler olarak, günlük hayatımıza devam ederken yaşadığımız suçluluk duygusunu ve toplumu derinden yaralayan felaketin ardından çıkardığımız dersler ile nasıl bir yol haritası izleyebileceğimizi değerlendirdik.
Depremzedeler öncelikle yaşadıkları bölgeden ayrılıp, bir süreliğine de kendilerini güvende hissedecekleri şehirlere yerleşiyorlar. Bu süreçte bir arada vakit geçireceğiz. Nasıl iletişim kuralım?
Öncelikle yapmamız gereken, onlara biraz zaman vermek. Acılarını yaşamaları için süre tanımak. Bizler, depremi hisseden ama yaşamayan kişiler olarak çok yoğun ve büyük bir suçluluk hissettik. Oraya gidemedik. Orada yaşanan acılar, ölümler ya da soğuk hava şartları, bizim burada sıcakta olmamız, yemeğe ulaşıyor olmamız, rahat içerisinde olmamız, bizde suçluluk ve çaresizlik duyguları oluşturdu. Bu çaresizlik ile birlikte depremzedelere de yardım ederken acele edelim istiyoruz. ‘Konuşalım, ne yapabiliriz sizin için’ diyoruz. Burada bizler çok iyi niyetli yaklaşıyoruz ama karşımızdaki insanın hazır olup olmadığını bilmiyoruz. O yüzden diyorum ki, biraz sakin olmak gerekiyor. Psikolojik ilk yardımı zaten ruh sağlığı çalışanları veya gönüllüleri ellerinden geldiği kadar yaptılar. Ama bu süreçte biraz bireylerin acılarını yaşamalarına izin vermemiz gerekiyor. Onları konuşmaya çok zorlamamak gerekiyor. Özellikle her yeni tanıştıkları birine bu süreci anlattıklarını düşünürsek, her anlattıklarında o duyguyu yeniden yaşıyorlar. Buna tekrarlanan düşünce deniyor ve biz aslında depremzedelerin oradan çıkmalarını istiyoruz. Mümkün olduğunca iletişim kurarken onlara zaman verelim, acılarını yaşamalarına izin verelim, hazır olmalarını bekleyelim. Elbette onlarla konuşacağız, yanlarında olduğumuz göstereceğiz ama bunu konuşmak istediklerinde dinleyerek yapabiliriz. Ben depremzede olsaydım ve birileri bana, ‘nasılsın, nasıl hissediyorsun, çok acı çekiyorsun anlıyorum seni’ gibi sorular sorsa ben kızardım. Bu soruları aslında destek olmak için, iletişim kurmak için soruyoruz ancak ‘zor şeyler yaşadın ama sen hayattasın, çocukların için güçlü olmak zorundasın, zamanla bunlar geçecek’ gibi yardım amaçlı teselli, öğüt cümleleri karşımızdakini üzüyor. Peki ne söyleyebiliriz? ‘Seni dinlemek için buradayım, yanındayım’ ya da ‘nereden başlayacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyorum, seni incitmekten çekiniyorum’ diyebiliriz. Kendi duygularımızdan bahsedebiliriz, ‘kaybın için çok üzgünüm, yaşadığım şeyler için çok üzgünüm, yaşadıklarını anlayamam ama istersen yanında durup seni dinleyebilirim’ gibi şeyler söyleyebiliriz. Ya da hiçbir şey söylemeyip, yanında oturup, orada olduğumuzu hissettirebiliriz. Fiziksel temas kurabilirsek, omzuna dokunabiliriz. Yanında oturup, o anı ve duyguyu paylaşmak bence en büyük ve en güzel destek olur. Veya ağlamak istediğinde, hiçbir şey söylememize gerek yok. ‘Zamanla geçer’ dediğinizde ‘geçmeyecek’ dediğin ne yapacağız? O yüzden ilk cümleleri söylersek, karşımızdaki insanda kırgınlık, kızgınlık gibi duygular uyandırabiliriz. Ben en büyük desteğin, yanında olduğunuzu hissettirmeniz olacağına inanıyorum. Geleneksel iletişim şekillerimizden bu süreçte biraz vazgeçebiliriz. Asla belirli bir süresinin olamayacağını biliyorum ama bu denli büyük bir felaket yaşayan insanların, topluma yeniden dönebilmesi ne kadar zaman alacaktır?
Ruhsal yaralanmalara verilen tepkiler, biraz daha kişisel özelliklerle de birleşir. Deprem bölgesine baktığımızda da herkesin verdiği tepki çok farklı. Kimisi donup kalıyor, kimisi başkalarına yardım etmeye çalışıyor, kimi gülüyor, kimisi ağlıyor. Kimisi orayı terk ederken, kimisi burası benim toprağım diyerek gitmek istemiyor. Herkesin verdiği tepkiler, kişisel özellikleri ve daha önceki yaşanmışlıkları çok farklı olduğu için normale dönme dediğimiz şey, kişiden kişiye farklılık gösterecektir. Ancak normalde ruhsal örselenmeler ya da travmalar, bireysel veya toplumsal olabiliyor. Şu an bizim Türkiye olarak yaşadığımız çok büyük bir travma. Bu yaşanan travmanın büyüklüğü, kaç kişiyi etkilediği, bireylerin içinde bulunduğu durum, yaş ya da nasıl etkilendiği herkes için değişiklik gösterecektir. “Anlamsızlık ve boşluk” üzerine…
Travma ilk yaşandığında verdiğimiz tepki, şok olacaktır. Belki inkâr, yok saymak. Şok ve inkâr geçtikten sonra yaşadığımız duygu; öfke, çaresizlik, güvensizlik ve kaygıya dönüşecektir. Bütün bu duygulara baktığımızda hepsi olumsuz duygular ve bunlar çok yoğun yaşanıyor. Beynimiz, şok ve inkâr geçtikten sonra bireysel olarak hayatta kalmak adına hareket ediyor. Beynimiz, ‘tehlike ne kadar büyük ve bu durumda ne yapacağız’ diyor. Buna savaş ya da kaç tepkisi deniyor. Beynimiz, savaşmaya hazır oluyor. Bedenimiz bize o anda bunu söylüyor. Ani titremeler, gerginlik, yorgunluk, halsizlik, uyuyamamak, yemek yiyememek, bütün bunlar kendini korumak adına tetikte olmak adına verdiğimiz tepkiler. O kadar yoğun ve büyük yaşıyoruz ki bunu. Şu an depremzedeler için hayatta kalma tehlikesi geçti. Çanakkale’ye gelen bireyleri düşündüğümüzde, ne yaşıyor olabilirler? Anlamsızlık ve boşluk. Çünkü sevdikleri, aileleri, anıları, evleri, eşyaları, bütün hayatları… Yani geçmişteki o birikimi, her şeyi bırakıp geliyorlar. Verdiğimiz bu kadar büyük tepkilerin sebebi, deprem ile birlikte bütün güvenimizin de alt üst olmasından kaynaklanıyor. Düşünsenize, birden bütün hayatınız değişiyor ve güvendiğiniz yerde sevdiğiniz insanlar ölüyor. Yıllardır oluşturduğunuz bütün güven duygusu sarsılıyor. Buna fiziksel ve ruhsal olarak da hazır değiliz. O yüzden bu boşluk ve anlamsızlık duygusu alıyor. Yeniden normale döndüğümüz kısım ne kadar sürebilir? Bu süreç, herkes için değişiklik gösterecektir. Ama uzmanlar diyor ki; savaş ya da kaç tepkileri, 15 günlük bir süreçtir. İlk 2 haftanın ardından 1 aylık yas süreci olabilir ama 2 aydan sonra bireyler hala yas ve umutsuzluk sürecindeyse, mutlaka psikolojik bir destek almak zorundalar. Örneğin depremzedelerin şu anda kapalı bir yere girmemeleri, normal bir tepki. Aslında anormal ancak anormal zamanlarda verilen çok normal bir tepkidir. Çünkü kaygı düzeyleri çok yüksektir. Elbette zamanla azalacaktır çünkü bireylerin kendilerini tedavi etme özelliği vardır. Bu hepimizin içine var olan bir duygu. Depreme yalnızca uzaktan tanık olan insanlar olarak da kendi hayatlarına devam ederken zorlanıyoruz. Bunun için ‘suçluluk’ duyduğumuzu söylemiştiniz. Neden suçluluk duyuyoruz?
İnsan olarak verdiğimiz doğal bir tepki, aslında suçluluk duymamız gerekiyor ama yaşadık. ‘Hayatta kalma ya da sağ olma’ suçluluğu diyoruz. Neden böyle oluyor? Çünkü çok fazla ölümün olduğu süreçte, o ölümlere tanık olmanın getirdiği bir duygu. Bazen hayatta kalmak, ölmekten daha zor olabiliyor. Özellikle sevdiğimiz insanların ölümüne tanık olmak. Onlar soğuktayken, sıcak evde oturmak. Onlar yemek bulamazken, yemek yemek. İnsan olmamızdan kaynaklı, acıyı derinden hissediyoruz. Bunu fark ederek, hissetmememiz gerektiğini kendimize iletmemiz gerekiyor. Birilerinin bize söylemesi veya kendimize söylememiz gerekiyor. Suçluluk, öfkeye veya anlamsızlığa da dönüşebiliyor. Günlük hayatta acı çekmeyen insanların parmakla gösterildiğine, ‘sen nasıl acı çekmiyorsun’ denildiğine de şahit olduk
Saydığımız olumsuz duyguları hatırlayalım; onları mutlaka bir yere yönlendirmemiz gerekiyor. Eğer öfkemizi kontrol etmezsek hedefimiz; arkadaşlarımız, dostlarımız haline gelecek. Doğum günü kutlayanlara bir kızgınlık duyacağız. Normal hayata dönmemiz gerekiyor, elbette eğlenelim, gülelim demiyorum ama boşluk ve anlamsızlık duygusundan kurtulmak için günlük rutin işlerimize dönmemiz gerekiyor. Sürekli depremi ve acıları düşünürsek, kısır döngüye girebiliriz. Biliyorum çok zor ama sürece adapte olmak gerekiyor ve kendimizi zorlamalıyız.
Bizim kolektif hafızamıza yerleşen bir felaket yaşadık
Tanık olanlar ve yaşayanlar olarak afetten etkilenmememiz mümkün değil. Artık bizimle yaşayacak. Bireysel ve toplumsal olarak dersler çıkarmamız gerekiyor. Bireysel olarak tedbirler almamız gerekiyor. Hepimiz sağlam binalarda oturalım istiyoruz ama sağlam kısmını geçtik, bina bulma sorunu yaşıyoruz. Kiralık ev bulmak, satın almak çok pahalı. Bunun sağlam kısmına geldiğimizde fiyatlar iki katına çıkıyor. Bununla karşı karşıya kaldığımızda yeniden çaresizlik ile yüzleşiyoruz. Biz insanoğlu, çok kolay unutabiliyoruz. Unutmak istiyoruz belki de. Çünkü bu kaygı ve korkuyla sürekli yüzleşmek çok zor. Deprem bize yok saymaya çalıştığımız her şeyi, önümüze çok somut bir şekilde koydu. Çürük ve çok katlı binalar ya da ölümün her an genç, çocuk demeden kapımızı çalabileceğini gördük. O yüzden bu kadar kaygılı ve öfkeliyiz. Bireysel ve toplumsal olarak çıkardığımız dersleri, artık uygulamaya koymak gerekiyor. Elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyor. Ama en önemlisi yaşananları unutmamamız gerekiyor. Toplum olarak en büyük hatamız, acı çekiyor, üzülüyor ve bırakıyor olmamız. “Dış kontrollü bireyler yetiştiriyoruz”
Geçtiğimiz gün hepimizin izlediği Japon bir deprembilimci profesörü dinledim ve ülkelerinde deprem yönetmeliği olmadığını, binayı yapanların hiçbir şeyden çalmayacağına emin olduğunu söyledi. Ben de bir eğitimci olarak; toplumumuzun sorunu üzerine düşündüm. Sanırım biz iç kontrollü bireysel yetiştirmek yerine dış kontrollü bireyler yetiştiriyoruz. Çocukken ceza ile korkutuyoruz. Yetişkin olduğumuzda da yönetmeliklerle, kanunlarla korkutuyoruz. Ceza yoksa, kanunu delebiliyorsak yapıyoruz. Hep bizi kontrol eden bir dış mekanizma var. Ama tam tersi Japonya’da vicdan ve iç kontrol var. Ne yönetmeliğe ne de yasaya gerek var. Bizde binayı yapan göz yumuyor, biz parasızlıktan o evi alıyoruz, toprağın sahibi para kazanmak için imara açıyor. Biz, bireysel olarak bu sonucu ellerimizle hazırlıyoruz. Değer yargılarımızı yeniden gözden geçirmeli, eğitimler hazırlamalıyız. Ancak bu iki nokta üst üste de kalmamalı diye düşünüyorum, içselleştirmemiz gerekiyor. Çanakkale’deki Psikolojik Danışmanlar bu süreçte neler yapıyor?
Biz deprem günü hemen toplandık, duyurulara çıktık. Deprem bölgesine gönüllü giderek psikososyal destek verebilecek kimler var diye bir araya geldik. Öğrencilerimiz ya da danışmanlar olarak bu alanda eğitimliyiz ama o panik sürecinde belki yeniden hatırlayalım diye 3 günlük bir psikolojik ilk yardım eğitimleri açtık. Bu süreçte gönüllüler eğitimleri aldılar, listelerimizi oluşturduk. Her ilde gönüllü listesini oluşturup, Kızılay, İl Sağlık Müdürlüğü gibi bütün kurumlara ulaştırdık. Ancak sonrasında Çanakkale’de Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’nün direkt bu işleri yürüttüğünü öğrendik ve dilekçeleri orada topladık. Şu an herhangi bir talep gelmesini bekliyoruz. Bu süreçte, hepimizin yapabileceği en iyi şey doğru yardımı yapmak. Özel Haber: Sevi Gözay Uğurlu

Öncelikle yapmamız gereken, onlara biraz zaman vermek. Acılarını yaşamaları için süre tanımak. Bizler, depremi hisseden ama yaşamayan kişiler olarak çok yoğun ve büyük bir suçluluk hissettik. Oraya gidemedik. Orada yaşanan acılar, ölümler ya da soğuk hava şartları, bizim burada sıcakta olmamız, yemeğe ulaşıyor olmamız, rahat içerisinde olmamız, bizde suçluluk ve çaresizlik duyguları oluşturdu. Bu çaresizlik ile birlikte depremzedelere de yardım ederken acele edelim istiyoruz. ‘Konuşalım, ne yapabiliriz sizin için’ diyoruz. Burada bizler çok iyi niyetli yaklaşıyoruz ama karşımızdaki insanın hazır olup olmadığını bilmiyoruz. O yüzden diyorum ki, biraz sakin olmak gerekiyor. Psikolojik ilk yardımı zaten ruh sağlığı çalışanları veya gönüllüleri ellerinden geldiği kadar yaptılar. Ama bu süreçte biraz bireylerin acılarını yaşamalarına izin vermemiz gerekiyor. Onları konuşmaya çok zorlamamak gerekiyor. Özellikle her yeni tanıştıkları birine bu süreci anlattıklarını düşünürsek, her anlattıklarında o duyguyu yeniden yaşıyorlar. Buna tekrarlanan düşünce deniyor ve biz aslında depremzedelerin oradan çıkmalarını istiyoruz. Mümkün olduğunca iletişim kurarken onlara zaman verelim, acılarını yaşamalarına izin verelim, hazır olmalarını bekleyelim. Elbette onlarla konuşacağız, yanlarında olduğumuz göstereceğiz ama bunu konuşmak istediklerinde dinleyerek yapabiliriz. Ben depremzede olsaydım ve birileri bana, ‘nasılsın, nasıl hissediyorsun, çok acı çekiyorsun anlıyorum seni’ gibi sorular sorsa ben kızardım. Bu soruları aslında destek olmak için, iletişim kurmak için soruyoruz ancak ‘zor şeyler yaşadın ama sen hayattasın, çocukların için güçlü olmak zorundasın, zamanla bunlar geçecek’ gibi yardım amaçlı teselli, öğüt cümleleri karşımızdakini üzüyor. Peki ne söyleyebiliriz? ‘Seni dinlemek için buradayım, yanındayım’ ya da ‘nereden başlayacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyorum, seni incitmekten çekiniyorum’ diyebiliriz. Kendi duygularımızdan bahsedebiliriz, ‘kaybın için çok üzgünüm, yaşadığım şeyler için çok üzgünüm, yaşadıklarını anlayamam ama istersen yanında durup seni dinleyebilirim’ gibi şeyler söyleyebiliriz. Ya da hiçbir şey söylemeyip, yanında oturup, orada olduğumuzu hissettirebiliriz. Fiziksel temas kurabilirsek, omzuna dokunabiliriz. Yanında oturup, o anı ve duyguyu paylaşmak bence en büyük ve en güzel destek olur. Veya ağlamak istediğinde, hiçbir şey söylememize gerek yok. ‘Zamanla geçer’ dediğinizde ‘geçmeyecek’ dediğin ne yapacağız? O yüzden ilk cümleleri söylersek, karşımızdaki insanda kırgınlık, kızgınlık gibi duygular uyandırabiliriz. Ben en büyük desteğin, yanında olduğunuzu hissettirmeniz olacağına inanıyorum. Geleneksel iletişim şekillerimizden bu süreçte biraz vazgeçebiliriz. Asla belirli bir süresinin olamayacağını biliyorum ama bu denli büyük bir felaket yaşayan insanların, topluma yeniden dönebilmesi ne kadar zaman alacaktır?
Ruhsal yaralanmalara verilen tepkiler, biraz daha kişisel özelliklerle de birleşir. Deprem bölgesine baktığımızda da herkesin verdiği tepki çok farklı. Kimisi donup kalıyor, kimisi başkalarına yardım etmeye çalışıyor, kimi gülüyor, kimisi ağlıyor. Kimisi orayı terk ederken, kimisi burası benim toprağım diyerek gitmek istemiyor. Herkesin verdiği tepkiler, kişisel özellikleri ve daha önceki yaşanmışlıkları çok farklı olduğu için normale dönme dediğimiz şey, kişiden kişiye farklılık gösterecektir. Ancak normalde ruhsal örselenmeler ya da travmalar, bireysel veya toplumsal olabiliyor. Şu an bizim Türkiye olarak yaşadığımız çok büyük bir travma. Bu yaşanan travmanın büyüklüğü, kaç kişiyi etkilediği, bireylerin içinde bulunduğu durum, yaş ya da nasıl etkilendiği herkes için değişiklik gösterecektir. “Anlamsızlık ve boşluk” üzerine…
Travma ilk yaşandığında verdiğimiz tepki, şok olacaktır. Belki inkâr, yok saymak. Şok ve inkâr geçtikten sonra yaşadığımız duygu; öfke, çaresizlik, güvensizlik ve kaygıya dönüşecektir. Bütün bu duygulara baktığımızda hepsi olumsuz duygular ve bunlar çok yoğun yaşanıyor. Beynimiz, şok ve inkâr geçtikten sonra bireysel olarak hayatta kalmak adına hareket ediyor. Beynimiz, ‘tehlike ne kadar büyük ve bu durumda ne yapacağız’ diyor. Buna savaş ya da kaç tepkisi deniyor. Beynimiz, savaşmaya hazır oluyor. Bedenimiz bize o anda bunu söylüyor. Ani titremeler, gerginlik, yorgunluk, halsizlik, uyuyamamak, yemek yiyememek, bütün bunlar kendini korumak adına tetikte olmak adına verdiğimiz tepkiler. O kadar yoğun ve büyük yaşıyoruz ki bunu. Şu an depremzedeler için hayatta kalma tehlikesi geçti. Çanakkale’ye gelen bireyleri düşündüğümüzde, ne yaşıyor olabilirler? Anlamsızlık ve boşluk. Çünkü sevdikleri, aileleri, anıları, evleri, eşyaları, bütün hayatları… Yani geçmişteki o birikimi, her şeyi bırakıp geliyorlar. Verdiğimiz bu kadar büyük tepkilerin sebebi, deprem ile birlikte bütün güvenimizin de alt üst olmasından kaynaklanıyor. Düşünsenize, birden bütün hayatınız değişiyor ve güvendiğiniz yerde sevdiğiniz insanlar ölüyor. Yıllardır oluşturduğunuz bütün güven duygusu sarsılıyor. Buna fiziksel ve ruhsal olarak da hazır değiliz. O yüzden bu boşluk ve anlamsızlık duygusu alıyor. Yeniden normale döndüğümüz kısım ne kadar sürebilir? Bu süreç, herkes için değişiklik gösterecektir. Ama uzmanlar diyor ki; savaş ya da kaç tepkileri, 15 günlük bir süreçtir. İlk 2 haftanın ardından 1 aylık yas süreci olabilir ama 2 aydan sonra bireyler hala yas ve umutsuzluk sürecindeyse, mutlaka psikolojik bir destek almak zorundalar. Örneğin depremzedelerin şu anda kapalı bir yere girmemeleri, normal bir tepki. Aslında anormal ancak anormal zamanlarda verilen çok normal bir tepkidir. Çünkü kaygı düzeyleri çok yüksektir. Elbette zamanla azalacaktır çünkü bireylerin kendilerini tedavi etme özelliği vardır. Bu hepimizin içine var olan bir duygu. Depreme yalnızca uzaktan tanık olan insanlar olarak da kendi hayatlarına devam ederken zorlanıyoruz. Bunun için ‘suçluluk’ duyduğumuzu söylemiştiniz. Neden suçluluk duyuyoruz?
İnsan olarak verdiğimiz doğal bir tepki, aslında suçluluk duymamız gerekiyor ama yaşadık. ‘Hayatta kalma ya da sağ olma’ suçluluğu diyoruz. Neden böyle oluyor? Çünkü çok fazla ölümün olduğu süreçte, o ölümlere tanık olmanın getirdiği bir duygu. Bazen hayatta kalmak, ölmekten daha zor olabiliyor. Özellikle sevdiğimiz insanların ölümüne tanık olmak. Onlar soğuktayken, sıcak evde oturmak. Onlar yemek bulamazken, yemek yemek. İnsan olmamızdan kaynaklı, acıyı derinden hissediyoruz. Bunu fark ederek, hissetmememiz gerektiğini kendimize iletmemiz gerekiyor. Birilerinin bize söylemesi veya kendimize söylememiz gerekiyor. Suçluluk, öfkeye veya anlamsızlığa da dönüşebiliyor. Günlük hayatta acı çekmeyen insanların parmakla gösterildiğine, ‘sen nasıl acı çekmiyorsun’ denildiğine de şahit olduk
Saydığımız olumsuz duyguları hatırlayalım; onları mutlaka bir yere yönlendirmemiz gerekiyor. Eğer öfkemizi kontrol etmezsek hedefimiz; arkadaşlarımız, dostlarımız haline gelecek. Doğum günü kutlayanlara bir kızgınlık duyacağız. Normal hayata dönmemiz gerekiyor, elbette eğlenelim, gülelim demiyorum ama boşluk ve anlamsızlık duygusundan kurtulmak için günlük rutin işlerimize dönmemiz gerekiyor. Sürekli depremi ve acıları düşünürsek, kısır döngüye girebiliriz. Biliyorum çok zor ama sürece adapte olmak gerekiyor ve kendimizi zorlamalıyız.

Tanık olanlar ve yaşayanlar olarak afetten etkilenmememiz mümkün değil. Artık bizimle yaşayacak. Bireysel ve toplumsal olarak dersler çıkarmamız gerekiyor. Bireysel olarak tedbirler almamız gerekiyor. Hepimiz sağlam binalarda oturalım istiyoruz ama sağlam kısmını geçtik, bina bulma sorunu yaşıyoruz. Kiralık ev bulmak, satın almak çok pahalı. Bunun sağlam kısmına geldiğimizde fiyatlar iki katına çıkıyor. Bununla karşı karşıya kaldığımızda yeniden çaresizlik ile yüzleşiyoruz. Biz insanoğlu, çok kolay unutabiliyoruz. Unutmak istiyoruz belki de. Çünkü bu kaygı ve korkuyla sürekli yüzleşmek çok zor. Deprem bize yok saymaya çalıştığımız her şeyi, önümüze çok somut bir şekilde koydu. Çürük ve çok katlı binalar ya da ölümün her an genç, çocuk demeden kapımızı çalabileceğini gördük. O yüzden bu kadar kaygılı ve öfkeliyiz. Bireysel ve toplumsal olarak çıkardığımız dersleri, artık uygulamaya koymak gerekiyor. Elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyor. Ama en önemlisi yaşananları unutmamamız gerekiyor. Toplum olarak en büyük hatamız, acı çekiyor, üzülüyor ve bırakıyor olmamız. “Dış kontrollü bireyler yetiştiriyoruz”
Geçtiğimiz gün hepimizin izlediği Japon bir deprembilimci profesörü dinledim ve ülkelerinde deprem yönetmeliği olmadığını, binayı yapanların hiçbir şeyden çalmayacağına emin olduğunu söyledi. Ben de bir eğitimci olarak; toplumumuzun sorunu üzerine düşündüm. Sanırım biz iç kontrollü bireysel yetiştirmek yerine dış kontrollü bireyler yetiştiriyoruz. Çocukken ceza ile korkutuyoruz. Yetişkin olduğumuzda da yönetmeliklerle, kanunlarla korkutuyoruz. Ceza yoksa, kanunu delebiliyorsak yapıyoruz. Hep bizi kontrol eden bir dış mekanizma var. Ama tam tersi Japonya’da vicdan ve iç kontrol var. Ne yönetmeliğe ne de yasaya gerek var. Bizde binayı yapan göz yumuyor, biz parasızlıktan o evi alıyoruz, toprağın sahibi para kazanmak için imara açıyor. Biz, bireysel olarak bu sonucu ellerimizle hazırlıyoruz. Değer yargılarımızı yeniden gözden geçirmeli, eğitimler hazırlamalıyız. Ancak bu iki nokta üst üste de kalmamalı diye düşünüyorum, içselleştirmemiz gerekiyor. Çanakkale’deki Psikolojik Danışmanlar bu süreçte neler yapıyor?
Biz deprem günü hemen toplandık, duyurulara çıktık. Deprem bölgesine gönüllü giderek psikososyal destek verebilecek kimler var diye bir araya geldik. Öğrencilerimiz ya da danışmanlar olarak bu alanda eğitimliyiz ama o panik sürecinde belki yeniden hatırlayalım diye 3 günlük bir psikolojik ilk yardım eğitimleri açtık. Bu süreçte gönüllüler eğitimleri aldılar, listelerimizi oluşturduk. Her ilde gönüllü listesini oluşturup, Kızılay, İl Sağlık Müdürlüğü gibi bütün kurumlara ulaştırdık. Ancak sonrasında Çanakkale’de Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’nün direkt bu işleri yürüttüğünü öğrendik ve dilekçeleri orada topladık. Şu an herhangi bir talep gelmesini bekliyoruz. Bu süreçte, hepimizin yapabileceği en iyi şey doğru yardımı yapmak. Özel Haber: Sevi Gözay Uğurlu