Kaç kere insanlar seni sevsin diye kendin olmaktan vazgeçtin? Ya dünyanın senin farklılığına ihtiyacı varsa? Kimbilir kaç kere kendini bir başkasının dünyasından bakarak yargıladın? Başkalarının zihin hapishanesine hapsettinte, kendin olmaktan vazgeçtin? Herkesin yaptığı şekilde yaparak, onlarla uyumlu olmak için kendi değerindenne kadar ödün verdin acaba mutsuz olmayı bile göze alarak?
Elbette insan sosyal varlıktır. İnsanın hem bireysel olması, hem de toplumdauzlaşmaya ihtiyaç duyması gayet olağandır. Bireysellik ve sosyallik arasındaki dengesizlik, kişiyi kendine yalnızlaştırır, yaşam konusunda tatminsiz yani mutsuz kılar. Şimdi nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım o halde;
Kişinin mutluluğunu ve özgürlüğünü ciddi biçimde baltalayan, kendisi olmasına bir türlü izin vermeyen, bireysel kimliğini ifade etmekten alıkoyan, başkalarının memnuniyetini önceliği yapan düşünce ve inanç kalıplarından, hatta bazen de öğretilerinden bahsediyorum.
Hemen örneklendireyim, daha rahat anlayacaksınız. Mesela; insanları kırmaktan korkmak, hayır diyememek, olumsuz bir duygusunu ifade etmekten kaçmak, herkes tarafından sevilen biri olmaya çalışmak, küçük düşme kaygısı, sevilmeyeceği endişesi, reddedilmekten korkma, kabul görmeyeceği düşüncesi nedeniyle kendi rengini ortaya koymaktan kaçınma ve daha bunun gibi nice düşünceler kişiyi giderek kendine yalnızlaştıran hatta yabancılaştıran düşünce kalıplarıdır.
Bugün birçok insan farkındaolmadığı, yiyip içip yattığı robotlaşmış hayatlar yaşamakta. Birçok insanın hayat ile bağları kopmuş, hatta daha öfkeli. Bazıları ise kendisine yabancı, hatta var mı yok mu belli değil. Kalabalıklar içerisinde yalnızlık çeken insanlar. Ne kadar alış veriş ederse etsin mutlululuk konusunda tatminiyakalayamayanlar. Her girdikleri ortamda sınanma kaygısı yaşayanlar. Girdikleri ortamlarda sürekli çabalaması gerekiyormuş gibi düşünenler. Sürekli onay alma beklentisi ile yaşayanlar...Başkalarının ne dediğine göre yaşayanlar. Başkalarının kendisi hakkında sürekli yargıda bulunduğunu düşünüp ona göre davrananlar. Sürekli dış referanslarla hareket edenler. Kendisine ait bir fikri ve insiyatifi ortaya koymaktan çekinen kişiler.
Aslında geriye doğru şöyle bakınca hem aile değerlerimizde hem de toplumsal düzenimizde neredeyse bu klişe haline gelmiş durumda. Bize çocukluğumuzdan beri tembihlenen başkalarının gözündeki değerimiz, aldığımız alkış, takdir, övünç ya da utanç, dedikodu vs. korkuları içerisinde yüklenen düşünce kalıpları... “O ne der, bu ne düşünür” diye diye heba edilen hayatlar! Başkalarının düşünceleri yüzünden istemeye istemeye veda edilen hayaller, peşi bırakılan tutkular! O meşhur “tavsiyelerle” edinilen meslekler, evlenilen eşler, kurulan arkadaşlıklar, alınan kıyafetler, gidilen mekanlar…
Bu da demek oluyor ki, başkalarının düşünceleri doğrultusunda yaşamayı ve yaşatılmayı öğrendik. Hep başkalarına iyi görünebilmek çabası içinde, başkalarından hayatımızı onaylamasını bekledik. İşin sonunda kendimizi düşünmek, hayır demek, önceliği kendi hedeflerimize vermek; çıkarcılık, bencillik olurken, KENDİMİZİ YAŞAMAK EN BÜYÜK KORKUMUZ haline geldi. Bu korku KABUL EDİLMEMEK KORKUSU'dur. Bu korku SEVİLMEMEK KORKUSU'dur. Bu korku YALNIZ KALMAK KORKUSU'dur. Lakin öğretiler he neyse bizler artık yetişkin olarak hayatımıza ve kendimize sahip çıkabilecek güçteyiz. Yaşanan ve öğretilen her neyse bunu geride bırakmanın veya yeniden düzenlemenin yollarını aramalı insan.
Yüzümüzde maske ile nesillerdir "Sevgi Dilenmenin Yolları" isimli oyunu oynadık durduk. Nesillerdir oynanan maskeli balo çoktan bitti. Perde çoktan kapandı. Oysaki hayatımızın gerçek başlangıcı; sahnede maskesiz boy gösterdiğimiz an'dır. Sevgiyi dışarıda değil, kendi özümüzde bulduğumuz an'dır. En yalnız olduğunuzu sandığınız an'da, gökyüzüne bakıp, gökyüzü kadar kalabalık olduğunuzu hissettiğiniz an'dır. Ben olarak ta, biz olarak ta sevebileceğimizi ve sevilebileceğimizi bildiğimiz an’dır. Başkalarının ne yaptığını, nelerle uğraştığını, onlarla ilgili her türlü eleştirilerinizi bir yana bırakıp, her şeyin olduğu gibi mükemmel olduğunu fark ettiğiniz an'dır.
Artık Doya Doya Kendinizi Yaşamanın Zamanı! Dünya da bu yüzden silkeliyor insanları ve insanlığı. Uyan diyor, herkesi kucakla ama önce kendinden başla diyor. Yaşıyorsan gerçekten Sen olarak Öz’ ün gibi yaşa diyor. Beğenmediğin yanlarını tanı ki dönüştürebilesin diyor. Kendinle buluş ki , dünyayla,yaşamla buluşasın diyor. MIŞ gibi hayatlar yerine sevmeyi öğren kendinden başlayarak herkesi kabullen diyor. Çok şey diyor hayat bize, dünya bize. Zihnimizin düşüncelerimizin gürültüsünden bu sesi duyamıyoruz sadece. Yeterki duymak isteyelim ve o hakkı kendimize tanıyalım. Zihninize sukünet geldiğinde; yüreğinin, özünün sesini daha kolay duyar olursun merak etme.
Bazen Nasıl yapacağım ki der insan kendine? Öyle değil mi? Bazen durumun üstesinden gelmenin yolu size uzanan uzman bir eldir. Hayatınıza, kendinize bütün ve tarafsız bakacak insanın, size ayna olması, sistemi öğretmesi işinizi hayatınızı kolay kılacaktır. Zaman kazandıracak daha çabuk hayatla buluşmanızı sağlayacaktır. Evlatlarınıza bile yansıyan bu huzura tanıklık ettiğinizde bu muymuş diyecek ve iyikileriniz arasına dahil edeceksiniz emin olun.
Seçimlerinizle hayatınızı geleceğinizi inşa ettiğinizi hep hatırlayın lütfen! Ve hep 2 seçeneği vardır insanın. Sürekli birini seçerek ilerler insan. Bu sebeple faturayı da başkasına da kesemez.
Eee haydi o zaman; kendinle tanışmaya, barışmaya hazır mısın?
Ayfer Özdemir
([email protected])
Uluslararası Profesyonel Yaşam Koçu ve Kişisel Gelişim Uzmanı
Astroloji Danışmanı- Bilinçaltı, Kozmik Enerji ve NLP Terapisti
Çocuk Resim Analizi ve Oyun Terapisti
YAZARLAR
Yayınlanma: 14 Mart 2020 - 10:45
Dünyanın en büyük jürisi elalem!
Kaç kere insanlar seni sevsin diye kendin olmaktan vazgeçtin? Ya dünyanın senin farklılığına ihtiyacı varsa? Kimbilir kaç kere kendini bir başkasının dünyasından bakarak yargıladın? Başkalarının zihi
YAZARLAR
14 Mart 2020 - 10:45
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir