Kıbrıs’taki Çanakkale şehitliğine toprak götürmek istiyorlar
Necdet Erdinç 1952 yılında Çan İlçesinde doğdu. Ankara’da Astsubay Okulunu kazandı. 1972 yılında okulundan mezun oldu. İlk tayini Konya’ya çıktı. Muharebeciydi. Kıbrıs Barış Harekatında taburlar arası iletişim ondan soruluyordu. Savaş sırasında sol elinin iki parmağını düşen bir havan topu nedeniyle kaybetti. 2013 senesinde Çanakkale Gaziler Derneğini kurdu. Dernek olarak da yapmak istedikleri anlamlı bir proje var. Çanakkale’de yaşayan Kıbrıs Barış Harekatı gazileri olarak savaştıkları yerlere yeniden gitmek istiyorlar. Eğer gidebilirlerse Kıbrıs’ta bulunan Çanakkale Şehitliğine Çanakkale’den toprak götürecekler.
Çanakkale Gaziler Derneği Başkanı Necdet Erdinç Kıbrıs Barış Harekatında gazi oldu. Sol iki parmağını kaybetti. Savaş zamanı yaşadıklarını bir hikaye gibi gazetemize anlattı. İşte Gazi Astsubay Çavuş Necdet Erdinç’in ağzından Kıbrıs Barış Harekatı…
KONYA’DAN KATILDIK
1970’li yıllarda Türkiye epey karışıktı. Ege’de petrol arama faaliyetleri vardı. 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta bir darbe oldu. Yunanistan’ın Megalo İdea projesi vardı. Bunun için de EOKA terör örgütünü kurdular. Bizler Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını asla kabul edemezdik. O bize bir ata yadigarıdır. Darbe olduktan sonra Türk Ordusu alarma geçti tabii. Hazırlandık. O sırada Konya’da Astsubay Çavuş’tum. Bize emir geldi. Harekatta Bolu Komando Tugayı’nın desteği ile katılacağız. Bolu Komando Tugayı geceden çıktılar. Bolu’dan geliyorlar. Konya’dan geçerken biz de onlara katıldık. Mersin Taşucu’ndan sonra Kıbrıs’a gideceğiz. Orası da çok fena bir yer. Mut İlçesi ile Silifke arası çok virajlı, dik bir yer. Gece yarısına doğru Ovacık’a vardık. Yollarda o kadar bozuk ki. Aşağı bakıyorum derenin dibi görünmüyor. Işıklar da yok söndürdük karşıdan görünmesin diye. Şefimiz bana ‘Necdet bu aracın başında kal. Ben bu aracı bölüğüne götüreyim teslim edeyim” dedi. ‘Tamam’ dedim. Bekle bekle gelmedi. Karanlıkta bir yere uçtu mu ne yaptı? Neyse sonra geldi. Sabah aydınlandı biz bir baktık helikopterlerin içinde kalmışız. Şaşırdım tabii. Saat 05.30–06.00 gibi falan askerler doldu. Askerler kaç helikopter var kaçı gelecek diye yukarıdan sayıyorlar. Helikopterlerle Kıbrıs’a gidiyoruz sırayla alıp götürüyor. Sonra sıra bana geldi.”
HELİKOPTERE BİNİNCE HİÇBİR ŞEY HİSSETMEDİM
Helikoptere bindikten sonra savaşa giderken yaşadığı duyguları anlatan Necdet Erdinç, “Şimdi olsa heyecanlanırsın ama o sırada hiç öyle bir şey olmadı. Asker psikolojisine giriyorsun. Hiçbir şey düşünemiyorsun. Bir an önce gidelim diye bakıyorsun. Aile falan akla gelmiyor. Ben o zaman bekardım. Bir erkek kardeşim var. O da ortaokulu bitirdi. Dedim ‘Bitirince gel yanımda tatil yaparsın’ Tabi şimdiki gibi telefon yok. Mektup yazdım. O da gelecek ama biz o gün Konya’dan ayrıldık, savaşa gittik. Bir tanıdığım vardı. Gece gidip ona kardeşim gelecek onu karşıla geri gönder. Ne olacağı belli değil. Öyle bıraktık gittik. Savaşa giderken bir yandan da aklım onda. Ne yaptı acaba diye. Helikoptere de ilk defa biniyorum. Akdeniz’in üzerinden geçiyoruz. Bir yandan top sesleri, silah sesleri geliyor. Sonra ‘Tamam inin’ dediler bize. Ben bilmem ilk defa biniyorum. Atlamışlar paraşütle ben de atladım. Meğer 3–4 metre yukarıda duruyormuş. Yuvarlandık gittik. Herkes bir kaya, mevzi bir taş koşturuyor. Ben de koştum bir kayanın arkasına saklandım. Orası direkt savaş bölgesi. Toz duman içinde. Helikopter ile uçaklar da koruyorlar bizi. Onlar Türkiye’ye döndükleri zaman başlıyorlar bizi Beşparmak dağlarından bombalamaya, ateş etmeye. Keçiboynuzu ağacı vardı. Büyük bir ağaç. Ona havan topu attılar. Çatırt diye göçtü. Altında da askerler vardı Allah’tan kaçtılar. Biz zayiat olmadı. ‘Aman’ dedim. ‘Demek ki bu savaş işi pek şakaya gelmiyor’Sonra bir komutan geldi yanımıza. Bana, ‘Sen Necdet Erdinç. Muhaberecisin. Şu askeri telsiz aracını alıyorsun. Şu tepeye götürüyorsun. Oraya kuruyorsun’ Ben de, ‘Komutanım bu antrak cihazı. Bunun çalıştırıcısı başkadır. Ben telsiz teknisyeniyim’ Komutan da anlamadı onu antrak nedir ne değildir. ‘O da telsiz bu da telsiz sen halledersin’ dedi gitti. ‘Baş üstüne’ dedik yapacak bir şey yok. O tepeye nasıl çıkılacak? Bu telsizlerin antenlerini kurmak için 5 kişi lazım. Şoför ben bir de asker var üç kişiyiz. Komutan da ‘Üç kişi daha gideceğiniz yerde var’ dedi.”
ARABA YOLA ZOR SIĞIYOR
Bindik biz gidiyoruz. Düşman bölgesi nereden ne çıkacağı belli olmuyor. Sonunda dağa tırmanmaya başladık. Bir baktım askerin bacakları titremeye başladı korkudan. Yola araba zor sığıyor. Bir tekerlek neredeyse boşta gidiyor. Uçakta gibisin. Biz devam ettik dediğimiz yere geldik. Sola sapacağız, orada 45 derecelik dik bir yokuş var. Orayı çıkalım dedik ama nerede? Bütün tekerlekler dönüyor ama çıkmıyor. Daha hızlı gitse orada keskin bir viraj var aşağı düşme ihtimali var. Bir iki defa denedik çıkamadık. Akşam da olmak üzere. Yanı başımızda da bir meydanlık var orada da beraber gittiğimiz komando taburunun iki tane taburu var. Dedik burada kalalım bari hiç olmazsa güvenli bizi korurlar. Geç de oldu. Bir başladı Rum tepelerinden ateşler ama araba mesafe var bize gelmiyor. Mermiyi ayarlamışlar 5 tane mermi 6’ıncısının adını gizli mermi koymuşlar işaret edip gidiyor. Biz bir şey bilmiyoruz. Tabur da bilmiyor. 100 metre üstümüzde Rumlar geçiyorlar.
BİZ GİTSEK BİZ DE ÖLECEKTİK
Bizim çıkacağımız yere gidiyorlar. Orada bir başçavuş, bir çavuş bir de onbaşı ben telsiz kuracağım yerde Türkiye ile Kıbrıs’ın haberleşmesini onlar sağlıyorlar. Başlarında da Muhabereci Astsubay arkadaşımız vardı. Rumlar orayı gidip bastılar. Biz aşağıda bekliyoruz, oraya çıkacaktık. Biz çıksaydık bizi de öldüreceklerdi. Başçavuş diyor ki Adana’daki Kolordu Komutanlığına, “Komutanım 20 metre yakınımızda Rumca konuşmalar var. Silah şakırtıları falan duyuyoruz” Onlar da, ‘Siz bekleyin biz size gerekli emri vereceğiz’ diyorlar. Biraz sonra Rumlar saldırıyorlar. Çavuşu kurşuna dizmişler. Onbaşının karnını yarmışlar taş doldurmuşlar içine. İleride de mücahitlerin bir bölüğü var. Onları arkadan basıyorlar. 20 küsür kişiyi kesmişler. Mücahitlerin Bölük Komutanı vardı geçen gün rahmetli olmuş. Vural Erar diye bir Üsteğmen. O da ‘Komutanım içimizde komando askerleri var. Nedir bu?’ diyor. Gece olduğu için bilemiyorlar. Bizim komutanlar da bu saatte bizim komandoların taarruzu var onlardır ‘diyor. Velhasıl bunlar beklerken mücahit Onbaşı geliyor, ‘Komutanım içimizde Rum askerleri var’ diyor o zaman anlıyorlar. İçimize sızmışlar. Onların niyeti Rum tepesine geçmek. Ondan sonra oradan kurtulan mücahitler geliyorlar. St. Hilarion Kalesi bizim elimizde. Ondan sonra bakıyorlar yaralılar var. Bizim komando taburuna Atak tepe düştü Ne olur bizi kurtarın. Orası çok önemli bir yer. Orayı Rumların alması demek bizim oraya çıkan askerlerin sonu demek. Kilit nokta.
ÜZERİNE BENZİN DÖKÜP YAKMIŞLAR
Komandoların da karşı tepeleri taarruzu vardı. Dönüyorlar Atak Tepe çıkıyorlar. Baktım bizim komandolar çıkacağımız yere çıkıyorlar. Halbuki onlar oradan gelmişti. Çamlık bir yer orası. Mermilerden dolayı yanmış. Yangının içinden gidiyoruz. Çıkacağımız tepe çıktık. Biz bekliyoruz ki o üç kişi bizi bekliyor. Kimse yok. Onbaşıyı gördüm parçalanmış her yer kan. Cihazlar kan içinde. Başçavuşu orada bulmuşlar. Başçavuş ölmeden önce cihazların içindeki küçük silgi gibi olan kristalleri çıkarmış atmış sağa sola. Cihazlar da o olmadan çalışmaz. Başçavuş Rumlar bastığı sırada tam ölmemiş, yaralı halde alıp götürmüşler belli ki. Üzerine benzin döküp yakmışlar. Nihayetinde biz Atak Tepe’yi kurtardık.
KENDİMİ VURMAK İSTEDİM
Erdinç ikinci harekat başladıktan sonra olanları ise şöyle anlatıyor, “14 Ağustos’ta da ikinci harekat başladı. 39’uncu Tümen hattı çalışmıyor. Kıbrıs’taki birliklerin hatları bana geliyor. Benden de Silifke’nin üstündeki bir dağa, oradan da Adana’daki Kolordu Komutanlığına gidiyor. Oradan da Ankara’ya. Haberleşme böyle oluyor. Bir tanesi çalışmıyor önemli de bir hat. Aşağıda tamirci ekibi var. Düşündüm onu çağırsam geç gelir. Kimi göndereyim diye gözümün önüne getirdim hepsi de evli. Bir tek ben bekarım. Göndersem onların çocukları var. Benim kimsem yok dedim. Ben gittim. Yavaş yavaş vardım. Belli bir şeyden sonra yerden gidiyor telefon hatları. Onları takip ederek gidiyorum. Sonra mücahit mevzilerin yerine geldiğimde o çarpışmalardan dolayı kablosu yanmış. Ben de sürünerek gidiyorum. Ben onu tamir ettim. İşim bitti geri döneceğim. Karşıdaki Rumlara bakıyorum. Onların da çok kuvvetli bir mevzileri var. Bir kayanın arkasına geldim. Onun çok yakınına bir havan mermisi düştü. Bir anda dünyam karardı. Ayağa kalkmışım gayri ihtiyari. Vücudumda karıncalanma var. Gözlerim görmüyor. Ne oluyor diyorum. Sonradan gözlerim açıldı. Gökyüzüne baktım akbaba dolaşıyor. Aklıma birinci harekatta şehit olanları akbabalar yiyorlardı. Aklıma o geldi. Dedim düşsem şurada bu yiyecek beni. Bir de baktım sol kol kısmım parçalanmış. Önüm parçalı. Yüzüm yanıyor göremiyorum. Ayağımın üstüne baktım kan var. Yüzüme baktım yüzümde de yok. Adım atayım dedim su sesi gibi ses çıktı. Bir de baktım elim parçalanmış buradan kan akmış botun içine girmiş. Patika yol var koşarak gidiyorum az bir şey kaldı orada bittim. Düştüm. Tamam dedim bu iş kadarmış dedim içimden. Sonra ne kadar kaldım bilemiyorum. Kalktığımda tüm vücudum karıncalanmış vaziyetteydi kan kaybından. 22–23 yaşlarındayım. Aklım gençsin bir de korkunç bir suratla ömür biter mi? Ben dedim vurayım kendimi. Tabancamı çıkaramadım. Gücüm de kalmamış. Son bir ümit yürümeye çalışayım dedim. Oraya bir de Radyolink dediğimiz Radar Tepesine kurulan çanak antenler var ya. Onlar gibi bir şey. O da sivil haberleşmeyi sağlıyor. Orada da bir PTT teknisyeni geliyor ara sıra. Ona az kalmıştı gittim. Çaldım kapıyı. Beni bir gördü bayıldı. Ben de onun üzerine düştüm. Orada kaldık biz. Ben tamire gitmeden önce St. Hilarion Kalesindeki Üsteğmen ona telefon ettim. ‘Ben de Rumların baskını sırasında bırakıp kaçtıkları mermiler var. Burada bırakmışlar gel al sen bunları. Onları kullanın’ dedim. O da ‘Tamam araba bulabilirsem göndereyim’ dedi. O da ihmal etmeden ‘Gidin alın’ diyor. Biz de ikimiz üst üste yatmışız. Gelip bir de bakıyorlar beni alıyorlar Girne Hastanesine götürüyorlar. Yoksa başka türlü oraya arabanın gelmesi mümkün değil. Bu bir tesadüf oluyor. 1 hafta filan Girne Hastanesinde yattım. Gemiyle bizi Adana’ya getirdiler. Adana’da 20 gün kaldım. Bu arada ailemin haberi yok. Bizi oradan hava değişimi ile çıkardılar. Kendi kendime sapasağlam gittim neden vuruldum diye kendimden utandım.”
TAYİNİMİ YİNE KIBRIS’A ÇIKARDILAR
2 aylık hava değişiminden sonra esas yerim Konya’ya gittim. İki hafta sonra tayinim çıkıyor. Yine Kıbrıs’ta aynı yere. Bu işin psikolojik boyutu var. Bakıyorum her yerden bir şey patlayacakmış gibi geliyordu. Kaldığımız yerde taş yığını vardı. Ben onun dışına çıkamıyorum. Orada 1 sene kaldım. Zor bir görevdi biz oradaki görevimizi bitirdik. Askerlerle can ciğer oluyorsun kardeş gibi.
ZORLUKLAR ÇEKİYORUZ
Çanakkale Gaziler Derneğinin kurulma hikayesini de anlatan Necdet Erdinç, “Ankara’ya gittiğimde Çanakkale’de Gaziler Derneği’nin olmadığını söyleyince çok ayıp Çanakkale gibi bir yerde dediler. Arkadaşlarla ısrar ettiler sonra kurduk. Gazilerimiz zamanında çok büyük görevler yapmışlardır. Şu vatanda yaşanıyorsa bunun bedelini ödeyen kişiler vardır onlar da gazilerdir. Bazı yerlerde yerel yönetimler, Valilik ama biz Çanakkale’de bu şeyi çok fazla bulamadık. Çok zorluklar çekiyoruz. Mesela yer konusunda çok sıkıntı çektik. Dernek nasıl yürüyor? Gazilerin hepsinin bir aidatı var. Senelik 60 TL. Elektrik su hepsi bundan karşılanır. Bizler ücret almayız gönüllülük esasına göre çalışıyor. Herkes gelir aidatını ödeyemiyor. Yenice’de oturuyor örneğin. Oradan gelecek kişi 60 TL aidat ödemek için 100 TL harcıyor. Bunlar gecikiyor. Bizler de ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorluk çekiyoruz. ‘Şehit nurlu ise gazi onurludur’ derler. Bu onu da Türk Milletinin onurudur gidip de kimseden para istemeyiz. Bize ters geliyor. Askeri disiplini devam ettirmeye çalışıyoruz. Kendi yağımızda kavruluyoruz.
TOPRAK GÖTÜRMEK İSTİYORUZ
Türkiye’nin hemen hemen her yerinde gaziler savaştıkları yerlere gittiler. Biz burada maalesef gidemedik. Dernek olarak gitmek istiyoruz. Kıbrıs’ta bir Çanakkale Şehitliği var. Kaç sene oldu bunu ben tesadüfen öğrendim. Biz buradaki şehitlerimizin topraklarından oradaki şehitlerimize toprak götürmek istiyoruz. Oradaki şehitler Çanakkale Savaşı zamanında İngilizler bazı esir aldıkları askerleri Kıbrıs’a götürmüşler. Orada kamplar kurmuşlar. Kaçabilen kaçmış bazıları ölmüş. Mezarları orada. Oradaki şehitlerle buradaki şehitleri birleştirelim diye böyle bir etkinlik yapmak istiyoruz.