Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahı tankların gölgesinde uyandı. Sokaklar sessiz, radyolar tek bir bildiriyi tekrarlıyordu: “Yönetime el konulmuştur.”
Bu cümlenin ardında milyonların hayatını derinden sarsacak acılar gizliydi.
Aradan 45 yıl geçti. Ama 12 Eylül’ün izleri hala evlerin duvarlarında, babasız büyüyen çocukların gözlerinde, susturulan dillerde ve kırık dökük hatıralarda duruyor. O gün, bu ülkenin içi dışına çıkarılmış, toplumsal belleğimiz derin bir yara almıştı.
Kaybolan gençlik
12 Eylül’ün en ağır bedelini gençler ödedi. Kimileri idam sehpalarında göz göre göre hayata veda etti, kimileri işkencehanelerde yok oldu, kimileri de yıllarca sürecek sürgünlerin soğuk yabancılığında eridi.
O günlerde bir gencin hayatı, yalnızca taşıdığı kimliğe ya da elindeki kitaba bakılarak karara bağlanabiliyordu. Mahkemeler, cezaevleri ve yasaklarla örülü bir düzen, toplumun üzerine kara bir gölge gibi çöktü.
Sessizleştirilen toplum
12 Eylül, yalnızca tankların yürüyüşüyle değil, hafızaların susturulmasıyla da tarihe geçti. Şarkılar yasaklandı, kitaplar yakıldı, gazeteler kapatıldı. Ülke, suskunluğun ve korkunun diliyle yeniden inşa edildi.
Bu suskunluğun yankısı hala sürüyor. 45 yıl sonra bile, pek çok aile o günlerin hikayesini fısıldayarak anlatıyor. Çünkü 12 Eylül, sadece bir askeri müdahale değildi; milletin ruhuna işlenmiş büyük bir travmaydı.
Dönemin Genel Kurmaş Başkanı Orgenaral Kenan Evren, darbeyi yaptıktan sonra Devlet Başkanı olarak oturduğu koltukta Türkiye'yi dizayn etmek istedi; ancak sivil toplum örgütleri kısmen de olsa buna izin vermedi ve dayatma hükümet yerine farklı seçim yaptı.
Sessiz çığlıkların hikayesi
Bir anne:
“Çocuğumun idamını radyodan öğrendim. Bana bir mezar taşı bile bırakmadılar. 45 yıldır evin bir köşesinde oğlumun gömleğini saklıyorum. O kokuyu kaybetmemek için…”
Bir genç (o dönem öğrenci):
“Kitap okuduğum için gözaltına alındım. Günlerce işkence gördüm. Bir daha kitap kokusunu içime çekemedim. Üniversite sıramı bırakıp çıktım, hayatım orada kaldı.”
Bir öğretmen:
“12 Eylül sabahı okuluma gittim, kapıda askerler vardı. ‘Artık burada ders yok’ dediler. O gün yalnızca okul değil, geleceğimiz de kapandı.”
Bir işçi:
“Sendikamız kapatıldı. Haklarımız elimizden alındı. Biz susturulduk, çocuklarımız yoksulluğa mahkûm edildi. 12 Eylül sadece bizim değil, gelecek kuşakların hayatını da çaldı.”
Bugüne düşen gölge
Bugün demokrasi, ifade özgürlüğü ve adalet tartışılırken, 12 Eylül’ün mirası hala hatırlatıyor kendini. Darbenin getirdiği anayasa, hala yürürlükte. Yasaların dili, kurumların şekli, siyasetin iklimi. Hepsi 12 Eylül’ün soğuk damgasını taşıyor.
Aradan geçen yıllar, bu gölgeyi silmeye yetmedi. 12 Eylül, sadece bir tarih değil; toplumun damarlarına sinmiş bir kırılma noktası olarak yaşamaya devam ediyor.
Unutulmayan yara
45 yıl sonra sorulması gereken belki de şudur: Gerçekten iyileştik mi? Yoksa yalnızca kabuğu sertleşmiş bir yaranın içinde hala kanıyor muyuz?
Bir ülkenin gençleri darağaçlarında nefesleri kesildiğinde, anneler çocuklarının mezar taşını bile göremediğinde, düşünceler işkencehanelerde susturulduğunda, tarih durur.
Türkiye, 12 Eylül sabahında durdurulmuş bir tarihtir. Ve biz, 45 yıl sonra bile o durmuş anın gölgesinde yaşıyoruz.
Kalem Gazetesi
Yorumlar
Kalan Karakter: