Çanakkale Saat Kulesi’nin saati uzun yıllar boyunca Vedat Çoker tarafından ayarlandı. Kentin simge yapılarından biri olan saat kulesinin hikâyesi, bugün Çanakkale Kent Müzesi’nde yeğeni Nafi Çoker'in ağzından dinlendi.
Nafi Çoker, amcasının işine olan büyük bağlılığını ve Saat Kulesi'ne duyduğu eşsiz aşkı, dinleyenlere duygusal anlar yaşatan detaylarla anlattı.

"Birkaç Saniye Farkı Bile Kabul Etmezdi"
Nafi Çoker, gençlik yıllarında amcası Vedat Çoker'e Saat Kulesi'ni kurma ve ayarlama işinde yardım etmiş. Amcasının işine olan tutkusunu şöyle dile getirdi: "Saatin birkaç saniye ileri ya da geri olmasını istemezdi." Vedat Çoker'in bu titizliği, her an yanında taşıdığı köstekli cep saatiyle pekişiyordu. Kule çaldığı an cep saatini kontrol eder, bir sapma gördüğünde tereddüt etmeden kuleye tırmanıp saati düzeltirdi.

Hikayenin en dokunaklı kısmı ise Vedat Çoker'in hayatının son anları oldu. 1960'ların sonlarına doğru kalp krizi geçiren Çoker'e doktoru dinlenmesini ve iş yapmamasını kesin olarak söylemişti.
Ancak Saat Kulesi'ne olan düşkünlüğü, doktor talimatlarını dinlemesini engelledi. Nafi Çoker, o son günü şöyle anlattı:
"Amcam biraz inatçıydı. Bir gün otururken, cep saatini çıkarıyor, çan çaldığı zaman 5-10 saniye fark olduğunu fark ediyor. 'Ben gidiyorum düzeltmeye,' diyor. Eşi yalvarıyor, 'Gitme' diyor ama inatçı dinlemiyor. Saat Kulesi'ne tırmanıyor, düzeltiyor, saati kuruyor. Ondan sonra maalesef orda oturduğu taburede bir kez daha kalp krizi geçiriyor ve vefat ediyor."

Vedat Çoker, adeta ömrünü adadığı o kulede, son görevini yerine getirirken hayata gözlerini yumdu. Saat Kulesi'nin her vuruşu, Çanakkale halkına sadece zamanı değil, aynı zamanda Vedat Çoker'in mesleğine ve şehrine duyduğu tarifsiz sevgiyi de fısıldamaya devam ediyor.
Zamanın Nöbetçisi: Çanakkale Saat Kulesi’nin Hikayesi
Çanakkale’nin kalbinde, denizin tuzlu rüzgârını, martıların sesini ve tarihin adımlarını duyar gibi olursunuz. O seslerin tam ortasında, bir nöbetçi bekler: Saat Kulesi. 1897’den beri bu kentin kalp atışlarını ölçen, zamanı sakince paylaşan taş bir bilgedir o.
Yıl 1896… Osmanlı’nın son dönemleri. Boğaz, dünyanın dört bir yanından gemilerin uğradığı bir ticaret kapısıdır. Bu liman şehrinde, İtalyan asıllı bir Osmanlı vatandaşı yaşar: Emil Vitalis. Onu herkes “Vitalis Efendi” diye tanır. Zengin bir tüccardır ama gönlü zenginliğiyle de bilinir.
Bir gün Çanakkale’nin sokaklarında yürürken, halkın hep aynı cümleyi kurduğunu duyar:
“Acaba saat kaç oldu?”
O yıllarda saati olan çok azdır. Zaman, güneşin gölgesinden, ezan sesinden ölçülür. Vitalis Efendi, bunun üzerine kente herkesin zamanı görebileceği bir saat kulesi yaptırmaya karar verir. Ama onun niyeti sadece zamanı göstermek değildir. Şehre hem zamanı, hem de suyu armağan etmek ister.
Kulenin temeli 1897’de atılır. Beş katlı, kesme taşlardan yapılmış bu yapı, Boğaz’ın girişindeki rüzgâra karşı dimdik yükselir. Her katında bir anlam saklıdır. En tepeye yerleştirilen saat mekanizması İtalya’dan özel olarak getirtilir. Kulenin alt kısmına ise, Emil Vitalis’in isteğiyle bir çeşme yapılır.
Bu çeşme, sıradan bir çeşme değildir. Rivayete göre Vitalis Efendi, şehre su getirilmesi için altın bağışında bulunmuştur. Dağlardan, derelerden gelen temiz su, bu çeşmeden akarak halkla buluşur. Böylece Saat Kulesi yalnızca zamanı değil, hayatı da paylaşan bir simgeye dönüşür.
Kule tamamlandığında halk meydanda toplanır. O gün ilk kez hem saatin sesi, hem de çeşmenin su sesi yankılanır. Biri zamanı anlatır, diğeri yaşamı. Ve Vitalis Efendi, kalabalığın içinde sessizce gülümser; çünkü onun gözünde insanlığa yapılabilecek en güzel iyilik, “zaman ve su”yu herkesle paylaşmaktır.
Yıllar geçer… 1915’te top sesleri duyulur, şehir alevlerle sınanır. Fakat Saat Kulesi ne yıkılır ne de susar. Her saat başı çan sesiyle şehre umut verir, çeşmeden su akmaya devam eder. Kule adeta şöyle fısıldar:
“Zaman akıp gider ama bu şehir kalır.”
Cumhuriyet yıllarında meydan yeniden düzenlenir, çevresindeki yapılar değişir. Ama kule, taş bedeninde bir asrı aşkın hikâyeyi saklamayı sürdürür. Bugün onun gölgesinde kahveler içilir, fotoğraflar çekilir, anılar birikir.
Ve her sabah, güneş doğarken kuleye vurduğunda, çeşmeden akan suyun sesiyle birlikte geçmişten bir yankı duyulur:
“Zamanı ölçen bu kule, insanlığa adanmış bir kalbin hatırasıdır.”
Yorumlar
Kalan Karakter: