Kazdağları altıyla üstüyle çok zengin. İşte bu zenginlik yerli ve yabancı pek çok maden şirketinin dikkatini çekiyor. Verimli Kazdağları’nın geleceğine sahip çıkmak için çalışan bir isimle konuştuk. Bakın Süheyla Hanım bizimle neler paylaştı.
Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı ve Ulusal Ekoloji Birliği eşsözcüsü Süheyla Doğan Ünal, Kazdağları’nın madencilikle mücadelesini gazetemize anlattı. Kazdağları’nda açılmaya çalışılan maden projelerini, bunlara karşı verilen hukuki mücadeleleri ve bu bağlamda gördükleri destekleri anlatan Ünal elde ettikleri hukuki kazanımların boşa gittiğini ifade ederek, “Bu hukuki kazanımlar tabii ki yeterli değil. Bir şekilde kazanıyoruz, sonra bir şekilde kaybettiriliyoruz. Yeniden ÇED süreçleri başlatılıyor. Bizim kazanımlarımız boşa çıkmış oluyor” ifadelerini kullandı.
Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ne zaman ve niçin kuruldu?
Derneğimizi 2012 yılında kurduk. Merkezimiz Küçükkuyu’ydu ancak ondan önce 2007 yılında kurduğumuz bir Kazdağı Koruma Girişim Grubu vardı. 2009’a kadar sivil girişim olarak devam etmiştik. Sonra arada yerel seçimler oldu. Onun ardından yereldeki mücadelenin şekli şemali değişti. Baktık kurumsallaşmanın mücadeleye yararı olacak, girişim grubundaki arkadaşlarla bir araya gelerek, dernekleşelim dedik ve Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği adında 2012 yılında dernekleştik. O zamandan bu yana her türlü ekolojik yıkım projesine karşı mücadele ediyoruz. İlk çıkış nedenimiz Bahçeler Altın Madeni projesiydi. Başlangıç noktamız bir altın projesine karşı mücadeleydi.
Son zamanlarda gündemde olan Kazdağları’ndaki maden projelerine karşı verilen mücadelenin tarihi ne şekilde gelişti?
2000’li yılların başından beri bölgedeki metalik madencilik projelerine karşı verilmekte olan bir mücadele veriliyordu zaten. Dağın hem kuzeyinde hem de güneyinde, Bayramiç ve Çan bölgesinde bir sürü metalik madencilik projeleri vardı. Bunlar sırasıyla karşımıza gelmeye başladı ve uzun soluklu mücadeleler oldular. 2010’lı yıllardan, günümüze kadar geldiler. 2011-2012-2013 dönemlerinde yoğun bir şekilde, Halkın Katılım Toplantıları süreçleri geçirdik. O toplantılara katılıp hem köylüler hem bizler, sivil toplum örgütleri itirazlarını dile getirdiler. Bu projeler ÇED olumlu kararı alınca, çok yoğun bir hukuki mücadele yapıldı, davalar açıldı. Özellikle Çanakkale Merkezde Ziraat Mühendisleri Odası, daha sonra İDA Dayanışma Derneği zaman zaman Çanakkale Belediyesi hukuki mücadeleye destek verdiler.
Kazdağları Bölgesinde madencilik faaliyetlerine karşı hangi kurumlar ve kuruluşlar harekete geçti?
2010’lu yılların başında Türkiye’deki altın madenciliği, metalik madenciliği mücadeleleri yükselince belediyelerde buna duyarsız kalamadılar. Bir araya gelip Kazdağları ve Madra Dağlarında Çevre Belediyeler Birliğini kurdular. Sonra bu birlikle beraber Balıkesir Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve STK’lardan da oluşan, Kazdağı-Madra Dağı Çevre Platformunu oluşturduk. Derneğimizde bu platformun içerisinde yer aldı. Bölgede sürdürülen hukuki mücadelede bu Belediyeler Birliği davaların masraf süreçlerini üstlendi. Ziraat Mühendisleri Odası, diğer STK’lar ve Belediyeler Birliğiyle beraber davalar açıldı. Çok uzun soluklu bir süreç oldu. Davalar önce kazanıldı. Daha sonra geri bir dönüş olmaya başladı hukuki mücadelede ve davalar birer birer kaybedilmeye başlandı. Özellikle Danıştay aşamalarında bu kayıplar oldu. Kaybedilmeye başlandıktan sonra ÇED olumlu kararları da onaylanmış olduğu için projeler hayata geçirilmeye başladı. Bunlardan ilk proje TÜMAD Madenciliğe ait olan Lapseki’deki altın madeni projesiydi. Onun hukuki süreçleri kaybedildiği için şirket 2015-2016’lı yıllarda çalışmaya başladı. 2017 yılında da inşaatını tamamladı ve metalik madencilik faaliyetine birfiil başlamış oldu. Kaybettiğimiz ilk mevzilerden biri oydu.
Kazdağları’nın Kirazlı Balaban mevkiindeki altın madeni projesine karşı verilen mücadeleye tüm Türkiye’den geniş bir destek geldi. O süreçte neler yaşandı?
Daha sonraki süreçte AlamosGold’un projeleri hız kazanmaya başladı. Onun da dava süreçleri, şirket lehine kararlar neticesinde AlamosGold’da yatırımlarına başladı. İlk yaptıkları iş alanda ağaçları, ormanları yok etmek ve alanı açmaktı. Bu işi de Orman Bakanlığı eliyle yaptılar. Orman Bakanlığı şirkete ormanlık alanı tahsis ediyor, arkasından üzerindeki ağaçları ihalelerle kestiriyor ve ardından alanı dikensiz gül bahçesi gibi şirkete teslim ediyor. Kirazlı’da da benzer bir süreç gelişti. Yalnız Kirazlı yerleşim yerlerine biraz daha yakın olduğu için dikkat çekti. Lapseki pek göz önünde değildi, oradaki ekolojik yıkımın pek farkına varılamadı. Kirazlı’da 347 bin ağacın kesilmiş olduğu görüntüler, çölleşme ve bir orman ekosisteminin yok olması görüntüleri basına ve sosyal medyaya yansıyınca büyük bir tepki uyandırdı. Onun üzerine STK’lar olarak alana gittik görüntü aldık. Belediyeler Birliğinin adı bu sırada Marmara Belediyeler Birliği oldu, Belediyeler Birliğinin de çağrısıyla bölgeye ziyaretler gerçekleştirildi ve talanın boyutu bir kez daha herkesin bilgisine sunuldu. Ardından Su ve Vicdan Nöbeti hem Belediyeler Birliği hem de Çanakkale Kent Konseyi ile İDA Dayanışma Derneğinin katılımıyla oluşturuldu. Nöbet hem Çanakkale’den hem de bütün Türkiye’den çok büyük destek buldu. Bu mücadele bütün Türkiye’nin dikkatini çekti. O dönemde şirketin ruhsatının da zamanı yaklaşıyordu. Ardından sanıyoruz yerel yönetimleri hem Kayyum tehdidiyle desteklerini bir nebze geri çekmeye başladılar. Belediye konserin ardından oradaki bütün teknik olanaklarını çekti. Fakat oradaki nöbet devam etti. Ardından pandemi koşulları bastırmaya başladı. Pandemiyle beraber İl Hıfzı Sıhha Kurulu çeşitli kararlar aldı. Bunlar bir tanesi de orman giriş yasağıydı. Nöbet alanını da ormanlık alan saydıkları için o alana giriş-çıkış yasaklanmış oldu. Hem nöbet tutanlar hem lojistik destek götürenler ciddi para cezalarına çarptırıldık. Sanıyorum 600 bine yakın bir para cezasıyla karşılaştık. Nöbet alanına zaman zaman milletvekillerinin kimi zaman da Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın kendi desteği oldu.
KazdağlarıKirazlı’darehabilitasyon çalışmaları başlatıldı mı? Alan şu an ne durumda ?
Şimdi alan tekrar Orman Bakanlığının sahipliğine geçti. Rehabilitasyon çalışmaları başlatılmadı. Bununla ilgili çok kez bilgi edinme başvurusu yaptık. Ona verdikleri cevap da “Henüz bunun için bir ödeneğimiz yok, bunun planlarını hazırlıyoruz şeklinde oldu. Hala bakanlıktan gelen cevaplar bu doğrultuda. Rehabilitasyon planlarının hazırlanmakta olduğu, ödenek bulunduğunda yapılacağı şeklinde.
Bilindiği üzere Kazdağları’nın büyük bir kısmı madencilik adına ruhsatlanmış durumda. Bu projelerin tamamı hayata geçirilecek mi? Eğer geçirilirse Kazdağları’ndaki biyosfer üzerinde nasıl bir etki oluşur ?
TEMA’nınKazdağları raporuna göre, şu an Biga Yarımadasının yüz ölçümünün yüzde 79’u metalik madencilik ruhsatıyla kaplanmış durumda. Geriye kalan yerler yerleşim yerleri, dereler, nehirler oluyor. Onlar haricinde her yer metalik madencilik ruhsatlarıyla kaplı durumda. Bu projeler her an önümüze çıkıyor. Çünkü ruhsat alanı ilan edildikten sonra Enerji Bakanlığı boş bırakmıyor ve kendi mevzuatına göre de bu alanları ihale ile satıyor. İhaleyi alan şirketlerde sondaja başlayıp, işletme projelerini hazırlamaya başlıyorlar. Koza şirketi Kayyuma devroldu. Koza’nın elinde olan ruhsatlar vardı. Bunlar; Serçiler-Terziler Köyü yakınındaki, yine Atikhisar Barajı’nın hemen üstünde bir altın madeni projesiydi. Orada da artık sondaj ilerlemişti ve ÇED olumlu kararı vardı. İda Dayanışma Derneği ve Çanakkale Belediyesinin müdahil olmasıyla 2017’deki ÇED olumlu kararıyla ilgili geriye dönük bir dava açıldı. Güzel bir bilirkişi raporuyla bu dava kazanıldı. Şuanda Koza’nınSerçiler-Terziler projesinin birinci ÇED olumlu kararı iptal edilmiş durumda. Ancak şirket ne yazık ki bu esnada yeni bir ÇED süreci başlattı. Şuanda yeni bir ÇED süreci devam ediyor. Onu takip ediyoruz, olumlu bir karar çıkarsa, yeniden bir hukuki mücadeleye başlayacağız.
Yakın zamanda Serçiler-Terziler ve Şahinler Köyleri projelerine karşı hukuki kazanımlar elde edildi. Bu hukuki kazanımlar maden projelerinin engellenmesi için yeterli mi?
Bu hukuki kazanımlar tabii ki yeterli değil. Bir şekilde kazanıyoruz, sonra bir şekilde kaybettiriliyoruz. Yeniden ÇED süreçleri başlatılıyor. Bizim kazanımlarımız boşa çıkmış oluyor, Serçiler’deki gibi. Serçiler’de şu anda dava kazanıldı. Ancak şirket yeniden ÇED süreci başlattı. Bizim bütün emeğimiz boşa çıktı. Yasada böyle bir boşluk var. ÇED yönetmeliğinde yapılan bir değişikle yeniden ÇED süreci başlatma hakları oldu. Başka bir tehlike daha baş gösterdi. Eczacıbaşı’nın ruhsat sahibi olduğu başka bir proje var. Eczabaşı hazırlıklarını yaptıktan sonra madeni satışa çıkardı ve TÜMAD satın aldı. Kendi alanlarına bitişik alan zaten. Kendi alanlarının altyapıları hazır. Böylece kapasite artışı yapmak istiyorlar. Geçen gün de onun Halkın Katılım Toplantısı vardı. Ne yazık ki şirket 2017’den bu yana bölgede çalıştığı için, özellikle Şahinler Köyü’nden çok işçi çalıştırdığı için, köylere bir sürü sosyal katkılar dağıttığı için köylünün istediği, bizim istemediğimiz bir konuma düşürülerek katılım sağladık. Orada yine itirazlarımızı yaptık. Ancak gördük ki, civar köyler bu projeyi istemiyorlar. O köylerle şimdi temas halindeyiz. Bu altın madeni şirketinin ikinci projesine karşı tepkilerimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Hukuki mücadeleyi kazanıyoruz belli bir yere kadar. Bu süreçleri yavaşlatıyor aslında, bu belli bir fayda sağlıyor. Bu projelerin ilk ÇED olumlu kararı 2015’lerde. O zamandan bu yana kadar durdurmuş olduk. O zaman dava etmeseydik bu projeleri, bütün bunlar başlamış olacaktı.
Yerel yönetimlerin ve hükümetin, çevre ile ekoloji mücadelelerine yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce, doğru ya da hatalı oldukları noktalar nelerdir?
Şimdi hükümet açısından bakarsak, Maden Yasasıyla ilgili ciddi değişiklikler 1985’lerden bu yana başlatıldı. İlk özelleştirme politikalarıyla beraber, kamu madenciliğinden özel madenciliğe geçiliyor. Madencinin önünü açan bütün yasaları değiştirmek için de 2005 yılında, Maden Yasasında ciddi değişiklikler yapılarak, özel maden şirketlerinin önü açılmış oldu. Ondan sonrada hükümet hızlı bir şekilde, ruhsat dağıtımı, ihalelerle filan ülkeyi çok uluslu ve yerli maden şirketlerine açmış oldu. Son süratle de devam ediyor. Hem maden ihracatı hem de hiçbir kamu yararı olmayan metalik madencilik gibi projeleri açmış oldular. Şirketler yararına bir madencilik politikası hakim ülkede. Muhalefetinde kafası karışık diye düşünüyorum. CHP’nin madencilikle ilgili tökezlediklerini görüyoruz. Nerede madencilik yapılmalı, ne tür madencilik yararlı, hangilerini istemeyiz gibi tutarlı politikaları yok. Siyasi partilerden zaman zaman destek alsak da, politik anlamda bir yardımlarını göremiyoruz. Belediyeler açısından, Ege ve Marmara Belediyeler birliğinin kuruluş amacı çevre davalarına sahip çıkmaktı. Onlar da belli projelere destek verdiler ama ciddi bir politik mücadele yürütecek durumları yok. Çok da dağıldılar açıkçası, nerede hangi mücadeleye sahip çıkacaklar? Ama yine de Belediyeler ile görüşmelerimiz sürüyor ancak destekleri yetersiz kalıyor.
Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı ve Ulusal Ekoloji Birliği eşsözcüsü Süheyla Doğan Ünal, Kazdağları’nın madencilikle mücadelesini gazetemize anlattı. Kazdağları’nda açılmaya çalışılan maden projelerini, bunlara karşı verilen hukuki mücadeleleri ve bu bağlamda gördükleri destekleri anlatan Ünal elde ettikleri hukuki kazanımların boşa gittiğini ifade ederek, “Bu hukuki kazanımlar tabii ki yeterli değil. Bir şekilde kazanıyoruz, sonra bir şekilde kaybettiriliyoruz. Yeniden ÇED süreçleri başlatılıyor. Bizim kazanımlarımız boşa çıkmış oluyor” ifadelerini kullandı.

Derneğimizi 2012 yılında kurduk. Merkezimiz Küçükkuyu’ydu ancak ondan önce 2007 yılında kurduğumuz bir Kazdağı Koruma Girişim Grubu vardı. 2009’a kadar sivil girişim olarak devam etmiştik. Sonra arada yerel seçimler oldu. Onun ardından yereldeki mücadelenin şekli şemali değişti. Baktık kurumsallaşmanın mücadeleye yararı olacak, girişim grubundaki arkadaşlarla bir araya gelerek, dernekleşelim dedik ve Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği adında 2012 yılında dernekleştik. O zamandan bu yana her türlü ekolojik yıkım projesine karşı mücadele ediyoruz. İlk çıkış nedenimiz Bahçeler Altın Madeni projesiydi. Başlangıç noktamız bir altın projesine karşı mücadeleydi.

2000’li yılların başından beri bölgedeki metalik madencilik projelerine karşı verilmekte olan bir mücadele veriliyordu zaten. Dağın hem kuzeyinde hem de güneyinde, Bayramiç ve Çan bölgesinde bir sürü metalik madencilik projeleri vardı. Bunlar sırasıyla karşımıza gelmeye başladı ve uzun soluklu mücadeleler oldular. 2010’lı yıllardan, günümüze kadar geldiler. 2011-2012-2013 dönemlerinde yoğun bir şekilde, Halkın Katılım Toplantıları süreçleri geçirdik. O toplantılara katılıp hem köylüler hem bizler, sivil toplum örgütleri itirazlarını dile getirdiler. Bu projeler ÇED olumlu kararı alınca, çok yoğun bir hukuki mücadele yapıldı, davalar açıldı. Özellikle Çanakkale Merkezde Ziraat Mühendisleri Odası, daha sonra İDA Dayanışma Derneği zaman zaman Çanakkale Belediyesi hukuki mücadeleye destek verdiler.
Kazdağları Bölgesinde madencilik faaliyetlerine karşı hangi kurumlar ve kuruluşlar harekete geçti?
2010’lu yılların başında Türkiye’deki altın madenciliği, metalik madenciliği mücadeleleri yükselince belediyelerde buna duyarsız kalamadılar. Bir araya gelip Kazdağları ve Madra Dağlarında Çevre Belediyeler Birliğini kurdular. Sonra bu birlikle beraber Balıkesir Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve STK’lardan da oluşan, Kazdağı-Madra Dağı Çevre Platformunu oluşturduk. Derneğimizde bu platformun içerisinde yer aldı. Bölgede sürdürülen hukuki mücadelede bu Belediyeler Birliği davaların masraf süreçlerini üstlendi. Ziraat Mühendisleri Odası, diğer STK’lar ve Belediyeler Birliğiyle beraber davalar açıldı. Çok uzun soluklu bir süreç oldu. Davalar önce kazanıldı. Daha sonra geri bir dönüş olmaya başladı hukuki mücadelede ve davalar birer birer kaybedilmeye başlandı. Özellikle Danıştay aşamalarında bu kayıplar oldu. Kaybedilmeye başlandıktan sonra ÇED olumlu kararları da onaylanmış olduğu için projeler hayata geçirilmeye başladı. Bunlardan ilk proje TÜMAD Madenciliğe ait olan Lapseki’deki altın madeni projesiydi. Onun hukuki süreçleri kaybedildiği için şirket 2015-2016’lı yıllarda çalışmaya başladı. 2017 yılında da inşaatını tamamladı ve metalik madencilik faaliyetine birfiil başlamış oldu. Kaybettiğimiz ilk mevzilerden biri oydu.

Daha sonraki süreçte AlamosGold’un projeleri hız kazanmaya başladı. Onun da dava süreçleri, şirket lehine kararlar neticesinde AlamosGold’da yatırımlarına başladı. İlk yaptıkları iş alanda ağaçları, ormanları yok etmek ve alanı açmaktı. Bu işi de Orman Bakanlığı eliyle yaptılar. Orman Bakanlığı şirkete ormanlık alanı tahsis ediyor, arkasından üzerindeki ağaçları ihalelerle kestiriyor ve ardından alanı dikensiz gül bahçesi gibi şirkete teslim ediyor. Kirazlı’da da benzer bir süreç gelişti. Yalnız Kirazlı yerleşim yerlerine biraz daha yakın olduğu için dikkat çekti. Lapseki pek göz önünde değildi, oradaki ekolojik yıkımın pek farkına varılamadı. Kirazlı’da 347 bin ağacın kesilmiş olduğu görüntüler, çölleşme ve bir orman ekosisteminin yok olması görüntüleri basına ve sosyal medyaya yansıyınca büyük bir tepki uyandırdı. Onun üzerine STK’lar olarak alana gittik görüntü aldık. Belediyeler Birliğinin adı bu sırada Marmara Belediyeler Birliği oldu, Belediyeler Birliğinin de çağrısıyla bölgeye ziyaretler gerçekleştirildi ve talanın boyutu bir kez daha herkesin bilgisine sunuldu. Ardından Su ve Vicdan Nöbeti hem Belediyeler Birliği hem de Çanakkale Kent Konseyi ile İDA Dayanışma Derneğinin katılımıyla oluşturuldu. Nöbet hem Çanakkale’den hem de bütün Türkiye’den çok büyük destek buldu. Bu mücadele bütün Türkiye’nin dikkatini çekti. O dönemde şirketin ruhsatının da zamanı yaklaşıyordu. Ardından sanıyoruz yerel yönetimleri hem Kayyum tehdidiyle desteklerini bir nebze geri çekmeye başladılar. Belediye konserin ardından oradaki bütün teknik olanaklarını çekti. Fakat oradaki nöbet devam etti. Ardından pandemi koşulları bastırmaya başladı. Pandemiyle beraber İl Hıfzı Sıhha Kurulu çeşitli kararlar aldı. Bunlar bir tanesi de orman giriş yasağıydı. Nöbet alanını da ormanlık alan saydıkları için o alana giriş-çıkış yasaklanmış oldu. Hem nöbet tutanlar hem lojistik destek götürenler ciddi para cezalarına çarptırıldık. Sanıyorum 600 bine yakın bir para cezasıyla karşılaştık. Nöbet alanına zaman zaman milletvekillerinin kimi zaman da Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın kendi desteği oldu.

Şimdi alan tekrar Orman Bakanlığının sahipliğine geçti. Rehabilitasyon çalışmaları başlatılmadı. Bununla ilgili çok kez bilgi edinme başvurusu yaptık. Ona verdikleri cevap da “Henüz bunun için bir ödeneğimiz yok, bunun planlarını hazırlıyoruz şeklinde oldu. Hala bakanlıktan gelen cevaplar bu doğrultuda. Rehabilitasyon planlarının hazırlanmakta olduğu, ödenek bulunduğunda yapılacağı şeklinde.
Bilindiği üzere Kazdağları’nın büyük bir kısmı madencilik adına ruhsatlanmış durumda. Bu projelerin tamamı hayata geçirilecek mi? Eğer geçirilirse Kazdağları’ndaki biyosfer üzerinde nasıl bir etki oluşur ?
TEMA’nınKazdağları raporuna göre, şu an Biga Yarımadasının yüz ölçümünün yüzde 79’u metalik madencilik ruhsatıyla kaplanmış durumda. Geriye kalan yerler yerleşim yerleri, dereler, nehirler oluyor. Onlar haricinde her yer metalik madencilik ruhsatlarıyla kaplı durumda. Bu projeler her an önümüze çıkıyor. Çünkü ruhsat alanı ilan edildikten sonra Enerji Bakanlığı boş bırakmıyor ve kendi mevzuatına göre de bu alanları ihale ile satıyor. İhaleyi alan şirketlerde sondaja başlayıp, işletme projelerini hazırlamaya başlıyorlar. Koza şirketi Kayyuma devroldu. Koza’nın elinde olan ruhsatlar vardı. Bunlar; Serçiler-Terziler Köyü yakınındaki, yine Atikhisar Barajı’nın hemen üstünde bir altın madeni projesiydi. Orada da artık sondaj ilerlemişti ve ÇED olumlu kararı vardı. İda Dayanışma Derneği ve Çanakkale Belediyesinin müdahil olmasıyla 2017’deki ÇED olumlu kararıyla ilgili geriye dönük bir dava açıldı. Güzel bir bilirkişi raporuyla bu dava kazanıldı. Şuanda Koza’nınSerçiler-Terziler projesinin birinci ÇED olumlu kararı iptal edilmiş durumda. Ancak şirket ne yazık ki bu esnada yeni bir ÇED süreci başlattı. Şuanda yeni bir ÇED süreci devam ediyor. Onu takip ediyoruz, olumlu bir karar çıkarsa, yeniden bir hukuki mücadeleye başlayacağız.

Bu hukuki kazanımlar tabii ki yeterli değil. Bir şekilde kazanıyoruz, sonra bir şekilde kaybettiriliyoruz. Yeniden ÇED süreçleri başlatılıyor. Bizim kazanımlarımız boşa çıkmış oluyor, Serçiler’deki gibi. Serçiler’de şu anda dava kazanıldı. Ancak şirket yeniden ÇED süreci başlattı. Bizim bütün emeğimiz boşa çıktı. Yasada böyle bir boşluk var. ÇED yönetmeliğinde yapılan bir değişikle yeniden ÇED süreci başlatma hakları oldu. Başka bir tehlike daha baş gösterdi. Eczacıbaşı’nın ruhsat sahibi olduğu başka bir proje var. Eczabaşı hazırlıklarını yaptıktan sonra madeni satışa çıkardı ve TÜMAD satın aldı. Kendi alanlarına bitişik alan zaten. Kendi alanlarının altyapıları hazır. Böylece kapasite artışı yapmak istiyorlar. Geçen gün de onun Halkın Katılım Toplantısı vardı. Ne yazık ki şirket 2017’den bu yana bölgede çalıştığı için, özellikle Şahinler Köyü’nden çok işçi çalıştırdığı için, köylere bir sürü sosyal katkılar dağıttığı için köylünün istediği, bizim istemediğimiz bir konuma düşürülerek katılım sağladık. Orada yine itirazlarımızı yaptık. Ancak gördük ki, civar köyler bu projeyi istemiyorlar. O köylerle şimdi temas halindeyiz. Bu altın madeni şirketinin ikinci projesine karşı tepkilerimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Hukuki mücadeleyi kazanıyoruz belli bir yere kadar. Bu süreçleri yavaşlatıyor aslında, bu belli bir fayda sağlıyor. Bu projelerin ilk ÇED olumlu kararı 2015’lerde. O zamandan bu yana kadar durdurmuş olduk. O zaman dava etmeseydik bu projeleri, bütün bunlar başlamış olacaktı.
Yerel yönetimlerin ve hükümetin, çevre ile ekoloji mücadelelerine yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce, doğru ya da hatalı oldukları noktalar nelerdir?
Şimdi hükümet açısından bakarsak, Maden Yasasıyla ilgili ciddi değişiklikler 1985’lerden bu yana başlatıldı. İlk özelleştirme politikalarıyla beraber, kamu madenciliğinden özel madenciliğe geçiliyor. Madencinin önünü açan bütün yasaları değiştirmek için de 2005 yılında, Maden Yasasında ciddi değişiklikler yapılarak, özel maden şirketlerinin önü açılmış oldu. Ondan sonrada hükümet hızlı bir şekilde, ruhsat dağıtımı, ihalelerle filan ülkeyi çok uluslu ve yerli maden şirketlerine açmış oldu. Son süratle de devam ediyor. Hem maden ihracatı hem de hiçbir kamu yararı olmayan metalik madencilik gibi projeleri açmış oldular. Şirketler yararına bir madencilik politikası hakim ülkede. Muhalefetinde kafası karışık diye düşünüyorum. CHP’nin madencilikle ilgili tökezlediklerini görüyoruz. Nerede madencilik yapılmalı, ne tür madencilik yararlı, hangilerini istemeyiz gibi tutarlı politikaları yok. Siyasi partilerden zaman zaman destek alsak da, politik anlamda bir yardımlarını göremiyoruz. Belediyeler açısından, Ege ve Marmara Belediyeler birliğinin kuruluş amacı çevre davalarına sahip çıkmaktı. Onlar da belli projelere destek verdiler ama ciddi bir politik mücadele yürütecek durumları yok. Çok da dağıldılar açıkçası, nerede hangi mücadeleye sahip çıkacaklar? Ama yine de Belediyeler ile görüşmelerimiz sürüyor ancak destekleri yetersiz kalıyor.