Cumhuriyetimizin ilan edilişinin üzerinden bir asır geçmiş. Bu bağlamda coşkulu, heyecanlı kutlamalara katıldık, şahit olduk. Böylesine heyecanlı kutlamaları da özlemedik desem yalan olur. Çanakkale’mizde yapılan etkinlikler ve kutlamalar da insanın gururunu okşayan cinstendi.
Üniversitemiz kampüsünde oynanan zeybek ve yüz yıla yakışan o muhteşem fener alayı da hem bir görsel şölen sundu hem de milli birlik ve beraberlik duygularımızı pekiştirdi. Çanakkale’mize de böylesi bir kutlama yakışırdı…
Önceden bir başkasıyla arasına küslük girmiş birisine ‘’Neyse bayram geliyor barışırsınız,’’ diyerek espri yapılırdı. Bayramların ehemmiyeti toplumumuz için her zaman büyük olmuştur diyebiliriz.
Çocukların heyecanları, ramazan ve kurban bayramlarında şeker ve harçlık toplama hevesi ile yeni alınan kıyafetlerin kıymeti birbirine karışır… Yirmi Dokuz Ekim ve Yirmi Üç Nisan gibi milli bayramlarda ise günler öncesinde okullarda başlayan gösteri çalışmaları ve ezberlenen şiirler ile yaşanan duygular tarifsiz olurdu.
Bizim milletimiz bir olmayı, birlik olmayı, kalabalığa karışmayı sever. Bayramlar da böylesi bir araya gelişlerin en güzellerindendir diyebilir miyiz? Bence diyebiliriz.
Böylesi güzel duyguları konuştuk ama bizi çok derinden üzen başkaca bir mevzu da var. Neredeyse hemen yanı başımızda, zaten yıllardır baskı ve zulüm altında yaşan bir toplum, şimdi işlenebilecek tüm savaş suçlarının işlendiği bir eziyete mahkûm ediliyor.
Büyüklerin işledikleri kabahatler hep mi çocukların canını acıtır?
Hep çocuklar ağlar mı? kabahati işleyen hiç umursamaz mı?
Koca koca adamlar o manzaraları görüp de hiç mi bir şey yapamaz?
Kimse mi o çocukların göz yaşlarını silemez? Silemiyormuş demek.
Kaçıp kurtaramaz mı o çocuklar kendilerini?
Başka diyarlara sığamazlar mı? Sığamazlarmış demek…
Bizim konuştuklarımız kimi zaman o kadar boş lakırdı yerine geçiyor ki konuşmaktan utanır oldum vesselam…
Herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu haftalar dilerim.
Kalın sağlıcakla…
Yorumlar
Kalan Karakter: