Hayvan hayvan olarak doğar ve hayvan olarak ölür ölmesine de, insanın hayvanla en ortak yanı canlı tür olma özelliğinden çok, onun gibi hayvan doğmasıdır.
Zira insan, Freud un dediği üzere "Ağzı olan bir id" olarak doğar. İnsan olma süreci, yaşadığı sürecin öznel olarak kendisine kazandırdığı tecrübelerin ve öğretilerin o kıymetli tortuları ölçüsünde yaşanır ve tamamlanır.
Bakıldığında beden zamanla yaşlanır yaşlanmasına da ruh o zamana paralel gelişmez.
Hayatı tamamen yaşamsal fonksiyonların asgari düzeyde devinmesi ana fikriyle sürdüren insan düşünce, erdem, ahlak ve edep tünellerinden heybesine bir şeyler koymadan giderse bu dünyadan buza adı yazılmışcasına silinir kurur gider. Hayatta kalmak temel dürtüsü düzeyinde takılıp kalan insan, yaşamı sorgulama gücü ile de asla tanışamaz. Zira hayat yaşanan değil, ayakta kalmak zorunda olduğun bir gerçeğe dönüşür.
Neysek o olmak zorundayız. Bize nasıl olunsun istiyorsak öyle.
Eğer farklı kişilik ve maskelerimiz varsa, insanların bize olan davranışlarında da o kalıplar içinde olmasını yadırgamamalıyız. Başlık da anlatmak istediğime simgesel bir anlam katsın diye tarafımdan seçildi.
Bu tabela bizim aile içindeki rolümüz ile birey olarak toplum içindeki personamızın birbirinden farklı olduğunu bize açıkça fark ettiriyor. Her yer insana mahsus olmalı oysa. İnsan rollerimiz isimlerimiz cinsiyetimiz bizim belirleyici özelliklerimiz olmaktan ziyade insan olmamız bizi biz yapan özelliğimizdir.
Yani biz bir baba olarak başka, bir erkek olarak başka bir kişiliğiz. Ya da anne olarak başka, kadın olarak başka bir kişiliğiz ve yukarıda başlık olarak kullandığım bu tabela bunu gayet yüzümüze vuruyor aslında. Oysa insanın ortak paydaları her bir özelliğinin de unsurudur. Şefkat yalnızca kendi çocuğuna değil. Anlayış sadece eşine değil. Saygı yalnızca anne babaya değil
İnsana dair bütün vasıflar sadelik ve bilgelik tohumlarından feyz alır. Herşeyi bilmekten azade insanın kendisini bilmesi durumudur anlatmak istediğim. Bu da yüksek bir farkındalık düzleminde kendini gösterir. Aksi durumda insanin ruhunda hissedeceği ağırlık hiç bir kütlesel değerle ölçülmez, ölçülemez.
Son kertede yaşam yaşanmak için olduğu kadar, sorgulamaya da muhtaç bunu unutmamak gerek.
Hayatı tamamen yaşamsal fonksiyonların asgari düzeyde devinmesi ana fikriyle sürdüren insan düşünce, erdem, ahlak ve edep tünellerinden heybesine bir şeyler koymadan giderse bu dünyadan buza adı yazılmışcasına silinir kurur gider. Hayatta kalmak temel dürtüsü düzeyinde takılıp kalan insan, yaşamı sorgulama gücü ile de asla tanışamaz. Zira hayat yaşanan değil, ayakta kalmak zorunda olduğun bir gerçeğe dönüşür.
Neysek o olmak zorundayız. Bize nasıl olunsun istiyorsak öyle.
Eğer farklı kişilik ve maskelerimiz varsa, insanların bize olan davranışlarında da o kalıplar içinde olmasını yadırgamamalıyız. Başlık da anlatmak istediğime simgesel bir anlam katsın diye tarafımdan seçildi.
Bu tabela bizim aile içindeki rolümüz ile birey olarak toplum içindeki personamızın birbirinden farklı olduğunu bize açıkça fark ettiriyor. Her yer insana mahsus olmalı oysa. İnsan rollerimiz isimlerimiz cinsiyetimiz bizim belirleyici özelliklerimiz olmaktan ziyade insan olmamız bizi biz yapan özelliğimizdir.
Yani biz bir baba olarak başka, bir erkek olarak başka bir kişiliğiz. Ya da anne olarak başka, kadın olarak başka bir kişiliğiz ve yukarıda başlık olarak kullandığım bu tabela bunu gayet yüzümüze vuruyor aslında. Oysa insanın ortak paydaları her bir özelliğinin de unsurudur. Şefkat yalnızca kendi çocuğuna değil. Anlayış sadece eşine değil. Saygı yalnızca anne babaya değil
İnsana dair bütün vasıflar sadelik ve bilgelik tohumlarından feyz alır. Herşeyi bilmekten azade insanın kendisini bilmesi durumudur anlatmak istediğim. Bu da yüksek bir farkındalık düzleminde kendini gösterir. Aksi durumda insanin ruhunda hissedeceği ağırlık hiç bir kütlesel değerle ölçülmez, ölçülemez.
Son kertede yaşam yaşanmak için olduğu kadar, sorgulamaya da muhtaç bunu unutmamak gerek.