2012 yılında okuduğum bir kitap dünyanın asırlardır hüküm süren eril enerjiden dişi enerjiye geçişinden bahsediyordu. İddialı bir bilgi değil mi? Sonrasındaki olaylara baktığımda "kadın" toplumda her alanda öne çıkmaya başladı. Özellikle şiddete maruz kalan kadınlar olarak gündeme gelse de arka planda iş dünyasında ve toplumun farklı alanlarında yükselen kadınları da görmeye başladık. Tabi medyada ve sosyal alalarda daha çok olumsuz haberleri görmeye alıştığımız için olumlu haberler araya karıştı çoğunlukla. Ancak şunu bilmek gerekir ki dünyada kötü şeylerle iyi şeyler dengededir! Sadece kötülük ve olumsuzluk hızlı ve çabuk yayılır. Bu da insanlar "kurban" rolüne fazla kapıldığı için olsa gerek!
Kadının yükselişi ve kendi özünü doğru bir şekilde yansıtması dünya sistemini dönüştürecek bir değişim ve dünyanın bu değişime çok ihtiyacı var. Çünkü asırlarca süren savaşlardan, yıkımdan, kaostan, hareketlilikten ve yaratılan korkulardan sonra dünyanın eril enerjiye yani kadının koşulsuz sevgisine, şefkatine, duyarlılığına ve dinginliğine çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Durup bir sakinleşmeli ve yeniden kurmalıyız herşeyi. Sevgiyle, şefkatle, duyarlılıkla ve insani değerleri yükselterek, dünyanın hepimizin evi olduğu bilinciyle, bütün canlılarla beraber huzur ve barış içinde yaşayacağımız güzel bir dünya... Eril ve dişi enerjiyi dengelemeliyiz hayatın her alanında. Yeri geldiğinde eril enerjinin cesaretini yeri geldiğinde dişi enerjinin şefkatini öne çıkarmalıyız. DENGE kurmalıyız hayatlarımızda ve dünyada.
Gelelim dünya enerjisinin değişiminden içimizdeki enerjnin değişimi konusuna... Değişim kendi içimizdeki potansiyeli keşfetmemizle doğru orantılı olarak gerçekleşir. Özgüvenimiz arttıkça daha cesur oluruz, daha cesur oldukça da değişime ve akışa ayak uydurmaya başlarız ve hayata güvenerek ve huzur içinde suyla birlikte akıp kendi yolumuzu buluruz. İkinci senaryoda ise şu gerçekleşir. Özgüvenimizi kaybettikçe korkup karamsarlaşırız ve korktukça daha çok kaosu çekeriz hayatlarımıza ve o kaosun içinde kaybolup akıntıya kapılırız. Akıntıya dirensekte, mücadele edip kurtulmaya çalışsakta yine suya ve akıntıya kapılıp suyla birlikte gidilmesi gereken yere ulaşırız. Evet iki senaryoda da gidilecek yer aynı aslında. Suyun aktığı yer değişimin ve yeniliğin olduğu yer. Her koşulda hepimiz değişim suyuna bir şekilde kapılmak zorundayız. Gideceğimiz yer de belli ise neden bunu direnerek yapmak zorundayız? Hayata güvenelim! Aslına bakılırsa güvenmekte zorundayız çünkü sonuç ne yaparsak yapalım değişmeyecek. Gidilecek yer belli, akış belli, zamanın getirdikleri belli.
Sonuç olarak DEĞİŞİM KAÇINILMAZ! Bu duruma direnmekte akıl dışı. O zaman eril enerjinin cesareti ve dişi enerjinin kabullenişini dengeleyerek su olalım ve suyla birlikte akalım...
Emel Uğur Kırıcı
YAZARLAR
16 Ocak 2020 - 10:23
Eril enerjiden dişi enerjiye doğru...
2012 yılında okuduğum bir kitap dünyanın asırlardır hüküm süren eril enerjiden dişi enerjiye geçişinden bahsediyordu
YAZARLAR
16 Ocak 2020 - 10:23