Herkese merhaba,
Evlerimize kapandığımız, sosyal yaşamdan izole olduğumuz günlerdeyiz. Bir çoğumuz şikayetçiyiz bu durumdan. Fakat ben bugün gerçek tutsaklığın ne demek olduğunu bunu en ağır,acılı şekilde bir ömür yaşamış olan minik bir kızın hikayesi aracılığı ile göstermek istiyorum sizlere...Doğduğu andan itibaren özgürlüğü kısıtlanan, ölümüne kadar yaşamı sadece zarar görmekten ibaret olan bir minik kızın hikayesi.. Bu hikayeyi kendisinden izin alarak Yağmur Özgür hanımın twitter sayfasından alıntılamaktayım. Çıkarmak üzere oldukları bir kitaptan alıntılanmış. Okurken tür farkı gözetmeksizin empati yapmanızı rica ediyorum.
‘’ 1 Haziran 1982 günü, Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün fon sağladığı araştırma laboratuvarlarından birinde doğdu. Annesi de oradaki tutsaklardan biriydi. Raporlarda, annesinden ne zaman ayrıldığına dair net bir kayıt yok ama muhtemelen 1-2 aylıkkendir. Doğumundan ölümüne kadar, orada tam 10 yıl 359 gün geçirdi. Bu süre zarfında, 1613 gün boyunca kafesinde tek başına tutuldu. Yani 4 yıl 5 ay 3 gün boyunca. Sosyalleşmenin hayati önem taşıdığı türüne özgü ihtiyaçları kimsenin umurunda değildi.Çünkü o bir "laboratuvar ekipmanı"ydı. Toplamda 24 farklı ilaç için, 388 kez enjeksiyon yapıldı. Ve bu enjeksiyonların da dahil olduğu tüm prosedürlerde 450 kez tutuldu. (tutulmanın ['handling'] kalp ve tansiyon ölçümlerindeki ciddi farklılıklar nedeniyle yoğun stres sebebi olduğu tıbbî bir gerçektir) 6 hamilelik yaşadı. İkisi canlı doğum, ikisi doğum esnasında ölüm ve ikisi de ölü doğumla sonuçlandı.Yaşamı boyunca şu operasyonları geçirdi: 2 sezaryen,rahim biyopsisi,laparoskopi, laparotomi,2 hamilelik sırasında fetüse emg elektrot takılması -ayrı bir operasyonla çıkarılması. Yaşamı boyunca 4 farklı tip mikrop ve 3 farklı tip parazitle enfekte edildi. Diğer kurbanlar gibi o da yaşadıklarından dolayı depresyon ve strese bağlı olarak kendine zarar verme (uzuv yeme-saç yolma vs) davranışları gösterdiğinden sağ el parmağı ampute edilmek zorunda kalındı. Ve 10 gün sonra diğer parmağı.Son hamileliğinde, 5 Ekim'de ölen fetüs içinde bırakılarak gözlemlendi. Kanamalara ve dayanılmaz ağrıya rağmen, ilaç desteği hiç verilmedi. Mumyalaşan fetüs, 9 Aralık'ta sezaryenle alındı. Sezaryen sonrası sadece ilk gün ağrı kesici alabildi. Ve Mayıs 1992'de, kafesinde yalnız öldü. Kayıt numarası #12234 idi. Koydukları isim de:Mabel…’’
Bu hikaye ve bunun gibi on binlercesi… Her yıl binlerce Mabel aynı acılar eşliğinde yapayalnız ölüyorlar ve yerlerine yeni kurbanlar ekleniyor.. Hayvan deneylerini ‘bilim’ adı altında normalleştirmeye çalışmak onlara yapılanın gerçek bir işkence olduğu gerçeğini değiştirmiyor.. Bu konuda çözümler bulmak ,farklı bilimsel yöntemler kullanarak hayvan deneylerini sona erdirmek mümkün. Fakat maliyetli olduğu için tercih edilmiyor. Hayvanların hayatları özgürlükleri hiçe sayılıyor. Bu konuda adımlar atılması için çabalamanın hepimizin insani ve vicdani görevi olduğuna inanıyorum.. Şiddet sadece fiziksel olmak zorunda da değil. Hayvanat bahçeleri,sirkler,petshoplar... Hayvanların özgürlüğünün kısıtlandığı, tutsak edildiği,bir şeyler yapmaya zorlandığı her alan da bu acıları görmek mümkün. Ne yazık ki sebep olduğumuz sancıların farkında değiliz çoğumuz. Fakat bilinç kazanıp bunlara ortak olmamak elimizde.
Deneyler de hayvan kullanılmaması adına bilgi sahibi olarak çevremiz ile paylaşarak farkındalığı arttırabiliriz.Kişisel bakım ihtiyaçlarımızı alırken Hayvanlar üzerinde deney yapmayan ve vegan markaları tercih edebiliriz.Hangi markaların deney yapmadığı ile ilgili kullanabileceğimiz mobil uygulama mevcut. Endüstriyelleşme ile birlikte neredeyse faydadan çok zarar getiren hayvansal gıdaların tüketimini, ve gereksiz ilaç kullanımını azaltmak da elimizde.. Hayvanat bahçeleri ve sirklerin eğlence yeri olmadığını,acılı hapishaneler olduğunu anlayabilmemiz ve çocuklarımıza bu bilinci aşılayabilmemiz oldukça önemli… Petshoplar da kafesler de satılmayı bekleyen hayvanların oraya nasıl getirildiğini, Kafeslerin içinde yaşanan gerçek dramı nasıl görmezden gelebiliriz… Tek farkları bizler gibi haykıramıyor oluşları ise eğer çığlıklarını vicdanımız aracılığı ile duymak,acılarını yüreklerimizde hissetmek ve bu işkencenin bir parçası olmamayı seçmek bizlerin elinde. Diliyorum Mabel’in hikayesi kafesler de tek başlarına özgürlük bekleyen binlerce kardeşi adına umut olur… Sevgi ile kalın…
Bengü İncesu
Psikolog,Aile danışmanı
YAZARLAR
15 Nisan 2020 - 10:57
Kafeslere tutsak edilmiş tüm minik canlar adına
Herkese merhaba, Evlerimize kapandığımız, sosyal yaşamdan izole olduğumuz günlerdeyiz
YAZARLAR
15 Nisan 2020 - 10:57