Benim zamanımda adı ÖSS idi. Birkaç dönem ÖSYS ve şimdi ise…
Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen üniversiteye giriş sınavlarına ben de girdim. Artık iki oturumda gerçekleşen sınav hakkında sosyal medya ve haber kanallarında dönen muhabbetleri izledim.
Sorular her sene olduğu gibi yine zordu. Her sene olduğu gibi hatalı soru iddiaları vardı. İptaller de olacaktır belki de. Bir insanın kaderi falanca saatlik bir sınavla çizilebilir mi? Ortaöğretim başarı puanı nasıl hesaplanacak? Sonuçlar ne zaman açıklanacak? Şıklar birbirine çok yakındı. Süre yetmedi. Yan yattı, çamura battı…
Artar bahaneler. Artar da bir olumlu sonuca yol açmazlar.
Günümüzde en iyi yaptığımız işlerden biri oldu artık eleştiri. Olumsuzluğa bir günah keçisi mi lazım? Hemen yapıştır bir gerekçe. Hırsızın hiç günahı olmaz zaten.
Yanlış anlaşılmasın. Ne sınav sistemini, ne uygulamalarını ne de doğacak sonuçları savunmuyorum. Savunduğum şey şu: Eğer mevcut şartları değiştirme kudreti elinizde değil ise bu şartları lehinize çevirecek formüller üretmelisiniz. Bahanelerin arkasına saklanarak yanlış arayışına girmek bir çözüm değildir hiçbir zaman. Kahve köşelerinde, ganyan bayisinde, oyun salonlarında, sosyal medyada, pazarda… Her ortamda bir fikir, her ortamda bir serzeniş duyarız hayatın her alanında. İhmal ettiğimiz ayrıntılara sırt çevirdiğimizin farkına varma zamanı geldi artık. Artan nüfus, gelişen teknoloji, taşradan merkeze göçler gibi birçok etkenin doğal sonucu olarak istihdam sorunları baş gösterecektir. Rekabetin üst düzeyde seyrettiği bir çağdayız ne yazık ki. Yani farkı önce kapatmak ve sonra açmak için sınav süresi on beş saat olsa da yetmez. Neredeyse her yazımda ısrarcı olduğum kişisel gelişim kavramına geleceğim.
Artık üniversite mezunun sıradan olduğu, yüksek lisansın bir meziyet olmadığı, İngilizce’nin mülakatlarda kıymetsiz kaldığı dönemi yaşıyoruz. Herkes mezun, herkes yüksek lisanslı ve herkes İngilizce biliyor. Hayat boyu gelişime açık olmalı insan. Tecrübelerini, bilgi ve birikimlerini bir keseye doldurmalı. Unutmamalı ki o kese hiçbir zaman dolmayacak. Ama değil bir gün, her gün lazım olacak içine attıkları. Kader anı dediğimiz o an geldiğinde, kesesi dolu olan zafere ulaşacaktır.
Günümüzde en iyi yaptığımız işlerden biri oldu artık eleştiri. Olumsuzluğa bir günah keçisi mi lazım? Hemen yapıştır bir gerekçe. Hırsızın hiç günahı olmaz zaten.
Yanlış anlaşılmasın. Ne sınav sistemini, ne uygulamalarını ne de doğacak sonuçları savunmuyorum. Savunduğum şey şu: Eğer mevcut şartları değiştirme kudreti elinizde değil ise bu şartları lehinize çevirecek formüller üretmelisiniz. Bahanelerin arkasına saklanarak yanlış arayışına girmek bir çözüm değildir hiçbir zaman. Kahve köşelerinde, ganyan bayisinde, oyun salonlarında, sosyal medyada, pazarda… Her ortamda bir fikir, her ortamda bir serzeniş duyarız hayatın her alanında. İhmal ettiğimiz ayrıntılara sırt çevirdiğimizin farkına varma zamanı geldi artık. Artan nüfus, gelişen teknoloji, taşradan merkeze göçler gibi birçok etkenin doğal sonucu olarak istihdam sorunları baş gösterecektir. Rekabetin üst düzeyde seyrettiği bir çağdayız ne yazık ki. Yani farkı önce kapatmak ve sonra açmak için sınav süresi on beş saat olsa da yetmez. Neredeyse her yazımda ısrarcı olduğum kişisel gelişim kavramına geleceğim.
Artık üniversite mezunun sıradan olduğu, yüksek lisansın bir meziyet olmadığı, İngilizce’nin mülakatlarda kıymetsiz kaldığı dönemi yaşıyoruz. Herkes mezun, herkes yüksek lisanslı ve herkes İngilizce biliyor. Hayat boyu gelişime açık olmalı insan. Tecrübelerini, bilgi ve birikimlerini bir keseye doldurmalı. Unutmamalı ki o kese hiçbir zaman dolmayacak. Ama değil bir gün, her gün lazım olacak içine attıkları. Kader anı dediğimiz o an geldiğinde, kesesi dolu olan zafere ulaşacaktır.