Bölüm I: Kaâbus Başlangıcı ve Yıllar Süren Azap – B.'nin Hikayesi
Tarih 14 Ağustos 2009. Henüz hamileliğinin yedinci haftasında olan B., bir dizi kişisel gerekçeyle Özel Ö. Tıp Merkezi’ne başvurmuş ve bebeğinin alınması yönünde talepte bulunmuştu. Basit ve rutin kabul edilen bir kürtaj (tıbbi tahliye) prosedürü, B.’nin hayatını geri dönülmez şekilde değiştirecek bir kabusun başlangıcı oldu.
İşlem sırasında beklenmedik bir felaket yaşandı: B.’nin rahmi (uterus) ve kalın bağırsağı (kolon) perfore oldu, yani delindi. Bu hayati tehlike yaratan komplikasyon üzerine derhal başka bir merkeze sevk edilmek zorunda kaldı ve acil ameliyata alındı. Ancak bu ilk ameliyat, ne yazık ki yaşadığı cerrahi serüvenin sadece ilk adımıydı.
B.’nin kalın bağırsağı onarılamadığı için, karın ön duvarına kalıcı bir açıklık oluşturularak kolostomi (bağırsağın dışarı alınması) işlemi yapıldı. Bu, hayatının geri kalanını ciddi bir fiziksel kısıtlama ve psikolojik travmayla geçirmesi anlamına geliyordu. Yaşadığı kötü günler, sadece fiziki acılarla sınırlı kalmadı. Bağırsağın yırtılması nedeniyle birden çok kez ameliyat masasına yatmak zorunda kaldı. Uzun süre hastanede yattı. Hayatı bir dizi cerrahi müdahale silsilesi haline gelmişti.
Belgelerdeki en sarsıcı detaylardan biri ise, B.’nin uzun hastane yatışı süresince bakıma muhtaç kalan çocuğunun gelişim geriliği yaşamasıydı. Tıbbi ihmalin yarattığı zincirleme reaksiyon, bir annenin çocuğuna olan ilgisini dahi kısıtlamış, aile hayatını tamamen altüst etmişti. Tüm bu zorlukların yanı sıra, kürtajda alınamayan bebeğinin de hastanede yattığı sırada kendiliğinden düştüğünü ifade etti. B., hem fiziksel hem de manevi varlığının en ağır darbeyi aldığı bu süreçte, 14 Nisan 2010 tarihinde İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tıbbi uygulamalardan kaynaklanan bu hataya karşı manevi tazminat davası açtı.
Bölüm II: Adaletin Yavaş İlerlemesi ve 4.000 TL’lik Hüküm
Mahkeme süreci, yaşanan travmanın ağırlığına tezat oluşturacak derecede yavaş ve karmaşıktı. İlk derece mahkemesi davayı kısmen kabul etti ancak hükmettiği tazminat miktarı şaşırtıcı derecede düşüktü: 4.000 TL manevi tazminat. Bir yıl süren hastane hayatına, kolostomi ameliyatına, çoklu cerrahi müdahaleye ve çocuğunun yaşadığı gelişim geriliğine karşılık bu miktar, B.’nin yaşadığı acının adeta yok sayılmasıydı.
Hem B. hem de karşı taraf kararı temyiz etti. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 18 Kasım 2013 tarihli kararıyla ilk hükmü bozdu. Daire, olayın aydınlatılması için ATK (Adli Tıp Kurumu) raporunu yetersiz bularak, alanında uzman üniversite öğretim üyelerinden oluşan bir kurul tarafından yeniden bilirkişi raporu alınmasını istedi.
Yeniden yargılama aşamasında üniversite öğretim üyelerinden alınan rapor, cerrahi prosedürün özünde bir hata (kusur) olmadığını belirtirken, asıl önemli ihlali ortaya koydu: Aydınlatma yükümlülüğünün ihlali.
Uzmanlar, hastanın komplikasyonlar hakkında yeterince bilgilendirilmediği ve risklere uygun "Yazılı Onam Belgesi"nin alınmadığı sonucuna ulaştı. Raporda, tıbbi uygulayıcının kusur oranının %15 olduğu kanaati bildirildi. Bu oran üzerinden hükmedilen cüzi tazminat, yerel mahkemece onandı. B., 2010’da açtığı davanın nihai kararını 2021 yılında öğrenmişti. Yaşanan bu uzun yargılama süreci ve hükmedilen düşük tazminat, B.’yi bireysel başvuru yoluna sevk etti.
Bölüm III: Anayasa Mahkemesi’nin Tarihi Kararı
B., 15 Şubat 2021 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurarak iki temel hakkının ihlal edildiğini ileri sürdü:
Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlali (AY m. 17).
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali.
AYM, başvurunun esası hakkında yaptığı incelemede, B.’nin yaşadığı mağduriyetin sadece bir tıbbi hata sonucu değil, aynı zamanda yargı organlarının bu mağduriyeti gidermekteki yetersizliği sonucu derinleştiği sonucuna vardı.
Temel Gerekçe: Devletin Pozitif Yükümlülüğü ve Orantısız Tazminat
AYM, Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma ve bunlara saygı gösterme şeklinde pozitif bir yükümlülüğünün bulunduğunu (Bkz. Ahmet A., Mehmet Selim D. kararları) yineledi. Bu yükümlülük, tıbbi müdahaleler nedeniyle zarar gören kişilere etkili bir yargısal mekanizma sunmayı gerektirir.
Mahkeme, yerel mahkemelerce hükmedilen 4.000 TL manevi tazminatın yetersizliğini en kritik nokta olarak saptadı. Kararda, “Başvurucunun yaşadığı birden çok cerrahi müdahaleyi, uzun süre tedavi görme zorunluluğunu ve süreçteki manevi-psikolojik ızdırabını dikkate alarak, belirlenen manevi tazminat miktarının davanın koşulları ve başvurucunun uğradığı zarar arasında orantısız olduğu anlaşılmıştır.” ifadeleri kullanıldı (Bkz. Sultan B. ve diğerleri, Fındık K. kararları).
AYM’ye göre, yerel mahkemenin bu kadar açık bir hata veya kusuru görmezden gelerek kararı onaması, etkili bir yargısal mekanizma tesis etme yükümlülüğünü ihlal etmiştir. Yani ihlal, sadece hatayı yapan hekimden değil, zararı gidermekte yetersiz kalan yargı sisteminden kaynaklanmıştır.
Bölüm IV: Hüküm ve Oy Birliğiyle Alınan Kararlar
Anayasa Mahkemesi, 15 Ocak 2025 tarihli kararıyla (E.2020/5457) aşağıdaki tarihi hükme vardı:
Adli Yardım Talebinin KABULÜNE.
Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR olduğuna.
Makul Sürede Yargılanma Hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ olduğuna.
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için YENİDEN YARGILAMA YAPILMAK ÜZERE dosyanın İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne GÖNDERİLMESİNE.
Başvurucunun tazminat taleplerinin, yeniden yargılama yolunun açılması nedeniyle REDDİNE.
30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE.
Kararın bir örneğinin Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’ne GÖNDERİLMESİNE.
AYM’nin bu kararı, OYBİRLİĞİYLE alınmıştır. Kararda, manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dosyanın yeniden yargılama için yerel mahkemeye iadesi, tıbbi ihmal davalarında verilen cüzi tazminatlara karşı en üst merciin "dur" demesi anlamına gelmektedir. Bu emsal karar, yargı mercilerinin tıbbi ihmal ve hatalar konusunda daha titiz, davaların karmaşıklığına uygun, somut, nesnel ve bilimsel verilere dayanan, aynı zamanda insan onuruna yakışır kararlar vermesi gerektiği yönünde güçlü bir mesaj içermektedir.
B.’nin 2009’da başlayan ve 15 yılı aşkın süredir devam eden adaleti arama yolculuğu, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla yeni bir başlangıç kazanmıştır. Yeniden yargılama sürecinde, B.’nin yaşadığı onca travmaya karşılık nihayet adil bir tazminat alması beklenmektedir.
Kadının ismi saklı tutulmuş temsilen B denmiştir.
Yorumlar
Kalan Karakter: