Akşam saat sekiz suları. Tenha bir yazlık kafedeyim. Bu mevsimlerde kimsecikler yok. Öyle tenha ki, mekân sahibi bana nadide bir unikornmuşum gibi davranıyor. Ansızın burnuma kesif bir balık kokusu geliyor. Balık kokusu dediysem kızarmış balık değil. Akşamüzeri hava kararırken yem aramaya, kıyılara kadar gelen balıkların canlı kokularının yosunla karışmış aroması. Bunu tatlı suda, mesela bir çay kenarında daha da kuvvetli hissedersiniz. O kadar güçlü ki koku, sanki balıklar avucumda. Onların yanında ben de yüzüyorum ve onlarla yiyecek bir şeyler arıyorum sanki. Aslında ben de pek farklı sayılmam. Her yerde yiyecek bir şeyler aramıyor muyuz? Yiyecek aramasak bile bir mana, bir fayda, bir sır peşinde, çoğu zaman da kendimizi ekstravagant bir konumda hissetmek için bir sürü numaralar peşine düşüyoruz. Sözün kısası balıklardan farklı sayılmam. Her şeyim, atomlarım, elementlerim aynı. Bulunduğumuz yeri ele geçirmemiz, hâkim olmamız, bu âlemdeki yitikliğimizi, dışımızda gelişen, evrene hâkim olan kaosu değiştirmiyor.
Yalnızlığın (tercih edilen kendi başınalık) insanı yalnız hissettirmesi bir yana, ayrıca dışımızda sandıklarımızla bizi sanki bütünleştiriyor. Tabi hissettiğimiz ölçüde. Kasvetli havanın, lodosun dalgaları aktarıp durması, çalkalayıp burnuma götürdüğüm bir içki bardağı gibi genzimi dağlarken giderek büyüyen, gelişen her yer gibi, her şey gibi... Büyürken de insanı küçülten şeyleri, mesela şehrimizin akıbetini düşünüyorum.
Lodosun denizi aktarması ne yerinde bir buluş. Tazelenirken bir yandan da sakinlerine yaşam sunuyor. Onlarda bu sunumu gayet dengeli ve ölçülü kullanmayı biliyorlar. Darısı insanların, hemşehrilerimizin başına.
YAZARLAR
06 Kasım 2021 - 09:34
Lodosun sakinleri
Akşam saat sekiz suları
YAZARLAR
06 Kasım 2021 - 09:34
İlginizi Çekebilir