-Alıştın ha… Nasıl? Tarla da çalışmak yorucu mu?
-Yoh diil yorucu, ben çok zor daha iş yaptım, hem neden siz hep işten yoruluyor, iş olması Allah’ın hediyesi.
Mehmet, tarlada çalışmanın zor ya da kolay olduğunu Afganistan’dan kaçak yollarla Türkiye’ye gelen Abdullah’a soruyordu.
Mehmet, hayatını tarlalarda ırgatlık ederek kazanmaya çalışıyordu. Aslında birkaç yıldır işi iyiydi. Artık Hüseyin ağanın çiftliğinde yaşıyordu. Ailesi ile birlikte çiftlikte Hüseyin ağanın verdiği iki göz odalı bir damda hayatlarını geçiriyorlardı. Yatacak yer masrafları ortadan kalkmış, tarlada yetişenler, hayvanların sütleri ve o sütlerden karısının yaptığı tereyağı, yoğurt, peynir ile mutfak masraflarını da neredeyse yok seviyesine indirdiklerinden Hüseyin ağanın verdiği bir avuç maaşı bir kenarda biriktirmeye başlamışlardı bile. Yemyeşil gözleri, siyah saçları ile ilerde güzeller güzeli bir kız olacağı şimdiden belli kızları Huriye ve oğulları İbrahim ile birlikte çiftlik içerisinde her gün hayvanların bakımı, ekmek yapımı, Hüseyin ağanın karısına hizmet, evine uşaklık, tarlasına ırgatlık ederek günlerini geçiriyorlardı. Abdullah’ı Hüseyin ağa getirip de onlarla bir yaşamasını istediğinden beri ağasına hayranlığı daha bi artmıştı. Ne vicdanlıydı Hüseyin ağa. Vatanından kopmuş şu biçareye nasıl da sahip çıkmıştı. Kendisi de ağasından geri durmadı ve Abdullah’ı kardeş belledi. Beraberce yediler içtiler, Abdullah maaş almıyordu, karın tokluğuna, yatacak yer uğruna kalıyordu çiftlikte. Çamaşırlarını Mehmet’in karısı yıkıyordu.
Abdullah ise Afganistan’dan İran’a, oradan Irak’a, oradan Suriye’ye ve nihayetinde de Kilis’ten kaçak yolla giriş yaparak Türkiye’ye uzanan bir uzun yolculuk yapmıştı. Bu yolculuk öyle birkaç gün falan değil, tam yedi yıl sürmüştü. Her gittiği yerde çalışmış, yer yurt edinmeye uğraşmış ama başarılı olamamıştı. Şimdi geldiği Tarsus’ta Hüseyin ağanın çiftliği O’na bir güzel yatacak, sıcak aş ve ailesini Türkiye’ye getirecek nüfus vermişti. Abdullah bu büyük nimet kapısını sonuna kadar açmak için gücünün kat be kat fazlası ile çalışıyor, Hüseyin ağa ne derse bi tamam eksiksiz yerine getiriyor göze girmek için hizmet üstüne hizmet ediyordu.
Abdullah’ın bu çabaları bir bakıma Mehmet’in de işine yaramıştı. Abdullah bir çok kez Mehmet’in de işini yapıyor ve O’nun da hayatını kolaylaştırıyordu. Bitmek bilmez bir enerjisi ve takdir edilecek bir zekası vardı. Bir kez gösterilen işi pratik bir şekilde kavrayıp bi tamam eksiksiz yerine getirmesi herkesi hayrete düşürüyordu. Bu yüzden de Hüseyin ağa Abdullah’ı kaybetmemek adına ailesini Afganistan’dan getirmesi içi gereken parayı Abdullah’a vermişti.
Mehmet bir taraftan Hüseyin ağanın bu cömert ve insani tavrına hayran oluyor, diğer taraftan da Abdullah için seviniyordu. Öğlen sıcağında Mehmet’in karısının yaptığı patlıcan biber kızartmasını yoğurda bulayıp yerlerken Mehmet Abdullah’a söylemişti bu sözleri. Abdullah ilk kez çiftlik işinde çalışıyordu. Afganistan’da bisiklet tamirciliği yaparak geçimini kazanmaya çalışan Abdullah aslında bu yüzden, yani alet edevat kullanma becerisi yüzünden pratik bir zekaya sahipti.
Onlar konuşurlarken Hüseyin ağanın arabası çiftlik kapısından içeriye girdi. Mehmet, tabağında henüz bitirmediği yemeği durduğu halde hemen yerinden kalkarak ağanın arabasına, kapıyı açmak üzere koştu.
-Hoş geldmişsin ağam, bizde şimdi yemeğe durduyduk, açmısan, gelmez misan soframıza. Gelinin kızartma yapmıştır.
-Yok Memet yok, ben tokum, size afiyet olsun, hele gel bakalım benle biraz…
Hüseyin ağa çiftlik evinin kapısından girdi, ardında da Mehmet. Geniş holün solunda ki kapıdan oturma odasına geçtiler. Hüseyin ağa üç duvarı sedirlerle çevrili odada camın kenarına oturdu. Duvarda el işi bir halı, üzerinde ceylan deseni. Odanın ortasında bir sacayağı, sacayağının üzerinde el işi işlemelerle süslü koca bir sini. Sininin üzerinde de gümüşten yapılma bir küçük güğüm şekilli imbik, içi gül suyu dolu. Odanın tamamını kaplayan iki büyük İran halısı ve sedirleri kaplayan iğne oyalı kenarlarıyla beyaz Amerikan bezleri.
Hüseyin ağa oturdu ama Mehmet eller önde bağlı, başı yere bakar vaziyette ayakta. Hüseyin ağanın emrini beklemekte.
-Bah Memet, beraberce yedik içtik, yıllarca yaşadık. Gelinim kız bize hızmat etti yıllarca. Hapınızden Allah razı ossun. Biliyon gayri, artık Abdullah’ın aylesi de geliyor. Eh, bizim çiflikde malum, kendince küçük bi yer işte. Hepi topu sizlere bi damımız var… Bak Memet, ben hesap ettim, şimdi bu Abdullah, karısı, çocukları… Bunları burada yatırmak lazım. Onlar dışarda ne bulsun uyusun, ne bulsun yesin… Sen TC kafa kağıdına sahapsın. Her yerde bişay bulursun. Ama onlar öyle mi ya…
Mehmet duyduklarına inanamıyordu, Hüseyin ağa konuşurken o bir taraftan yıkılan dünyasını anlamaya çalışıyordu.
-Bu gün yarın Abdullah’ın aylesi gelir. Sen tez elden git bi yer bulaylene ve tabi kendine de bi iş. Al şu banknotları, bi müddet idare eder sizi. Hadi, aceleylen, aceleylen…
Mehmet o anda anladı ki, vatan denilen şey aslında doyduğun yerdi. Doğduğun yerin değil doyduğun yerin kıymetini bilmeliydi insan. Kendisi için nimet olan vatan, Abdullah için kurtuluş ama Mehmet ve ailesi için son buluştu neticede.
YAZARLAR
Yayınlanma: 25 Haziran 2019 - 12:04
Vatan
-Alıştın ha… Nasıl? Tarla da çalışmak yorucu mu? -Yoh diil yorucu, ben çok zor daha iş yaptım, hem neden siz hep işten yoruluyor, iş olması Allah’ın hediyesi
YAZARLAR
25 Haziran 2019 - 12:04
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir