Evimizin bahçesinde çeşitli ağaçlar vardı ben çocukken. Yetmişli yıllardan bahsediyorum yani. Dut, ayva, çitlembik, akasya… Sonra, güller vardı, renk renk, mis kokulu güller. Akşam sefaları, hanımelleri… Hele hele o yaz akşamları ne kokarlardı…
Dalından yerdik dut meyvesini. Hatta artık yapılmayan bir şeyi yapardık. Akasya ağacının çiçeklerini yerdik. Pek de güzel bir rayiha bırakırdı ağzımızda. Akşam sefalarının balını alırdık dilimizle, sarısı ile beyazı arasında ki tat farkını bilerek. Hanımellerinin siyah tomurcuklarını toplardık, bilye gibi. Çitlembik meyvelerini sapanlarımızda taş yerine kullanırdık. Akasya ağacının yaş dallarından yay yapardık, çam dallarından da ok. Bakkalın önünden topladığımız gazoz kapaklarını, okların ucuna taşla ezerek ve yine aynı taşla o kapakları sivrilterek monte ederdik.
Şeytan uçurtmasını hatırlayanınız var mı? Ben hatırlıyorum, baharın gelmesi ile birlikte en büyük eğlencemiz uçurtma olurdu. Yetmişler dedim, yokluk yılları, öyle çıtalı uçurtma falan yapmak neredeyse hayal. Hepimizde şeytan uçurtması…
Yağmur yağdığında ise daha bir yaratıcı olurduk. Çamurdan heykelcikler, kap kacak figürleri falan yapardık. Hepimiz birer heykeltıraş olurduk adeta. Bir de köpeğimiz vardı mahallecek. Linda. Beyaz üzerine siyah lekeleri olan bir kırma sokak köpeği. Biz nereye o oraya.
Ağaç dallarından kendimize birer direksiyon yapardık ve olurduk hepimiz birer uzun yol otobüsü. O yılları bilenler bilir, otobüslerin neredeyse tamamı 302 Mercedes. Öyle otomatik kapı falan yok, gardırop kapı. Hepimiz köyümüze giden firmanın birer otobüs kaptanı olurduk elimizde ki ağaç dallarından yaptığımız sözde direksiyonlarla. Dağıstanlı, Varan, Ulusoy, Kamil Koç, Süzer…
Tabi tüm bunların yanı sıra, asıl bizim hayallerimiz vardı. Tüm mahalle çocukları, bazı akşamüstleri bahçenin çimlerine uzanıp gökyüzünü seyrederdik. Bir müddet bulutlara bakardık, bulutların şekillerini anlamlandırmaya çalışırdık. Bir birimize tarif ederdik zihnimizde canlandırdıklarımızı. Sonra da hayallere dalardık. Gelecek ile ilgili hayallere. Söylerdik birbirimize hayallerimizi. Ne olmak istiyoruz gelecekte, nasıl yaşamak istiyoruz.
Ülkede anarşi var tabi o yıllarda. İstanbul’un en cafcaflı semtlerinden birinde büyüyoruz bizde. Merter’de. Malum, DİSK binası o yıllarda Merter’de. Tabi ki daha fazla karmaşık semtler var İstanbul’da. Örnektepe, Nurtepe, Gültepe, Okmeydanı, Kulaksız, Kadıköy, Fikirtepe, Çınaraltı… İstanbul için anarşinin en hareketli cereyan ettiği semtlerdi bunlar. O günlerde gençler yok yere birbirlerini kırmaktalar. Bu anarşi işlerine hiç karışmamış biz çocuklar için doğru olanlar ise polisler ve askerler. Anarşiklerin alayı kötü yani. Tarafına bakılmaksızın yani. Hem, taraf dediğin de ne ki? Sağ ve sol. İyi de, biz sağımızı solumuzu biliyoruz bi kerem, hepimiz kocaman çocuklarız…
Kısacası hepimiz subay olmak istiyorduk. Mustafa Kemal gibi bir subay. Ülkeyi bu anarşiklerden temizleyerek yeniden yaşamanın mümkün olduğu vatan toprağına kavuşmak istiyorduk. Çünkü çocukluğumuz yokluk içinde geçiyordu. Ambargo yılları. Tüp yok, yağ yok, şeker yok ama kuyruk çok. O küçücük çocuk halimizle biz de sırada nöbetimizi tutuyorduk ailelerimiz adına. Amerika bastırıyordu ama biz direniyorduk. Ancak, hiç düşünemiyorduk ki; o temizlemek istediğimiz anarşikler hepimizin ağabeyleriydi, ablalarıydı. Biz bile, o küçücük dünyamızda resmen emperyalist oyunların tuzağına düşerek vatan evladını yok etmeyi düşlüyorduk.
Çocuk olmak elbet güzel ama ya bu gün çocuk olanlar. Onlar için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Yaşayabiliyorlar mı özgürce çocukluklarını? Bilgisayar oyunları ile hayatlarının çemberi daralmış, cep telefonlarının uygulamaları arasında zekaları kaybolmuş çocuklarımızın hiç birisi kukalı saklambaç oyununu bilmiyor. Çukur, 36, baş, üçgen diye çeşitlendirilen birden fazla misket oyunundan habersizler. Kibrit kutularının ön ve arkalarını kavlarından ayırıp kağıt kapmaca oynamadılar hiç. Florya, saka, iskete yakalayıp kuş pazarına götürmediler. Onlar için hayat cep telefonu ile tablet ekranından ibaret.
Çocuklarımıza çocuk olmayı öğretemedik. Hayata mı hazırlayacağız? Hiç sanmam. Kaçınızın çocuğu Yaşar Kemal okuyor? Hanginizin çocuğu NUTUK okudu? Siz okudunuz mu? Kaçınız? Ancak iş Mustafa Kemal ATATÜRK’e geldi mi hepimiz ATATÜKÇÜ’yüz. Öyle değil mi? Bursa nutkunu okuyan var mı? Kaç kişi? İzmir suikastını bilen, kimlerin yaptığını, ne için yaptıklarını, hangi aşamaya kadar geldiklerini, akıbetlerini bilen kaç kişi var? Falih Rıfkı ATAY’ın bacağını nerede bıraktığını kaçınız biliyor? ATATÜRK’ü Liman Von SANDERS’den okudunuz mu? Kim o Liman Von SANDERS, biliyor musunuz? Elbette bilenleriniz var ama kaçınız?
Tarihimize sahip çıkmadıkça, tarihimizi bilmedikçe, öğrenip ibret alsınlar diye çocuklarımıza yakın tarihimizi aktarmadıkça, yarın yapılacak olan tekrar seçim gibi “YENENE KADAR SEÇİM” mantığında daha çok sandığa gideriz. Benden söylemesi.
YAZARLAR
22 Haziran 2019 - 11:17
Yenene Kadar Seçim
Evimizin bahçesinde çeşitli ağaçlar vardı ben çocukken
YAZARLAR
22 Haziran 2019 - 11:17
İlginizi Çekebilir