Merhaba sevgili okurlar, nasılsınız? Bugün sizinle işe gideceğimiz günlerde bizi yataktan sürürcesine çıkaran fakat tatil günlerinde, cin gibi ayağa diken kavram hakkında konuşmak istiyorum: sosyal jetlag.
Sosyal jetlag kavramı, normal jetlag durumu gibi, vücudumuzun iki zaman dilimi olan, sosyal normların dayattığı zaman dilimi ile biyolojik saatimizin zaman dilimi arasındaki kaymanın sonucu olarak açıklanabilir. Nüfus genelinde yaygın olarak görülen, vardiyalı çalışmanın veya zorunlu zaman uyumsuzluğunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Günlük hayatta sürekli sonu gelmeyen bir koşuşturmacanın içerisindeyiz. Bu koşuşturmadan arta kalan sürelerde ailemize, arkadaşlarımıza ve hobilerimize vakit bulmaya çalışıyoruz. Tüm bunlar için elimizde sadece 24 saatten oluşan kısa bir zaman dilimi var, peki bu yoğun tempoyu idare ederken ne kadar başarılı oluyoruz? Yaşamımızı kalıplara sokan zamanlar; Güneş’in saati, vücudumuzun saati ve sosyal saatimiz birbiriyle ne kadar uyumlu diyebiliriz? Sabah iş için kurduğumuz saatin alarmı çaldığında biraz daha uyuma isteğimiz, bu saatler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor olabilir mi?
Dünya nüfusunun üçte ikisi haftada en az bir saat bile olsa sosyal jetlag yaşıyor. Modern yaşamda özellikle sanayileşmiş şehirlerde yaşayan büyük bir çoğunluktaki bizler, biyolojik saatimizi bir kenara bırakıp sosyal saatlerimize yetişmeye çalışıyoruz. Biyolojik saatimizin ihtiyacı olan uyku süresini daha karşılayamadan “mecburen” kurduğumuz alarmın çalmasıyla uyanmak zorunda kalıyoruz. Vücudumuz, bu saatler arasındaki kaymadan etkileniyor. Bu noktada sosyal jetlagın en belirgin semptomu olan uyku problemiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Kronik uyku yoksunluğu; tip 2 diyabet, kalp hastalığı, obezite ve depresyon gibi Dünya Sağlık Örgütü ve ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından “halk sağlığı salgını” olarak nitelendiriliyor. Bunun yanında uyku yoksunluğu, günlük yaşantımıza da zarar vererek uyanıklığımızı, el-göz koordinasyonumuzu, hafızamızı, mantıksal akıl yürütmemizi ve duygusal istikrarımızı etkiliyor. Ayrıca doğal Güneş ışığının döngüsünü kaçırarak sürekli yapay ışığa maruz kalma birçok kişinin uyku zamanlamasında gecikmesine ve dolayısıyla sosyal jetlag yaşamasına sebep oluyor. Sosyal jetlag konusunda neler yapılabilir? Sosyal jetlag probleminin çözümü için, toplumun gün ışığından yararlanma zamanının ve kişinin uyku düzeninin korunması için işverenler tarafından esnek çalışma saatlerinin uygulanması gerekiyor. Tüm bunlara bakarak modern çağın büyük sorunlarına yol açan etmenlerinden birisinin sosyal jetlag olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama maalesef sosyal jetlag’ın bu kadar zararı olmasına rağmen kendimizi günümüzde bu durumdan uzak tutmak imkansız gibi gözüküyor. Çalışma ya da okul temposu içerisinde hafta boyu biyolojik saatimiz için gerekli olan uykuyu alamıyoruz. Yine bu temponun sonucu olarak vücudumuz için gerekli Güneş ışığından yararlanamıyoruz. Sonuç olarak hafta sonlarını bu eksikleri kapatmaya çalışarak geçiriyoruz. Fakat biyolojik saatimiz ve sosyal saatimiz arasındaki uyumsuzluğu tam anlamıyla ortadan kaldıramıyoruz.
Özellikle teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesine ve üretkenlik verimliliğinin artmasına rağmen uzun süredir değişmeyen haftada 40 saatlik çalışma koşulları işimizi zorlaştırıyor. Yıllardır insanları aynı çalışma saatlerine mahkum etmek, sosyal jetlag ile birlikte gelişen hastalıkları arttırıyor. Çalışan nüfusun ve sanayinin yoğun olduğu Batı illerinde çalışanların, kış döneminde havanın aydınlanmadan uyanmasına ve bireyin sirkadiyen ritminin bozulması olasıdır. Bu saat sisteminin insanın fiziksel ve ruhsal iyiliği açısından, Güneş’in sağladığı doğal aydınlık-karanlık dengenin biyolojik saatimize uyumlu olarak değiştirilmesi, sosyal jetlag ile savaşın önemli bir noktası olabilir.
Dilerim gerekli önlemler alınır da bizler de karanlıkta işe gidip, karanlıkta işten çıkmaya devam etmeyiz ve böylelikle bizim için çok önemli olan gün ışığından yeterli miktar faydalanır mahrum kalmayız.
Sevgiyle kalın…
Dünya nüfusunun üçte ikisi haftada en az bir saat bile olsa sosyal jetlag yaşıyor. Modern yaşamda özellikle sanayileşmiş şehirlerde yaşayan büyük bir çoğunluktaki bizler, biyolojik saatimizi bir kenara bırakıp sosyal saatlerimize yetişmeye çalışıyoruz. Biyolojik saatimizin ihtiyacı olan uyku süresini daha karşılayamadan “mecburen” kurduğumuz alarmın çalmasıyla uyanmak zorunda kalıyoruz. Vücudumuz, bu saatler arasındaki kaymadan etkileniyor. Bu noktada sosyal jetlagın en belirgin semptomu olan uyku problemiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Kronik uyku yoksunluğu; tip 2 diyabet, kalp hastalığı, obezite ve depresyon gibi Dünya Sağlık Örgütü ve ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından “halk sağlığı salgını” olarak nitelendiriliyor. Bunun yanında uyku yoksunluğu, günlük yaşantımıza da zarar vererek uyanıklığımızı, el-göz koordinasyonumuzu, hafızamızı, mantıksal akıl yürütmemizi ve duygusal istikrarımızı etkiliyor. Ayrıca doğal Güneş ışığının döngüsünü kaçırarak sürekli yapay ışığa maruz kalma birçok kişinin uyku zamanlamasında gecikmesine ve dolayısıyla sosyal jetlag yaşamasına sebep oluyor. Sosyal jetlag konusunda neler yapılabilir? Sosyal jetlag probleminin çözümü için, toplumun gün ışığından yararlanma zamanının ve kişinin uyku düzeninin korunması için işverenler tarafından esnek çalışma saatlerinin uygulanması gerekiyor. Tüm bunlara bakarak modern çağın büyük sorunlarına yol açan etmenlerinden birisinin sosyal jetlag olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama maalesef sosyal jetlag’ın bu kadar zararı olmasına rağmen kendimizi günümüzde bu durumdan uzak tutmak imkansız gibi gözüküyor. Çalışma ya da okul temposu içerisinde hafta boyu biyolojik saatimiz için gerekli olan uykuyu alamıyoruz. Yine bu temponun sonucu olarak vücudumuz için gerekli Güneş ışığından yararlanamıyoruz. Sonuç olarak hafta sonlarını bu eksikleri kapatmaya çalışarak geçiriyoruz. Fakat biyolojik saatimiz ve sosyal saatimiz arasındaki uyumsuzluğu tam anlamıyla ortadan kaldıramıyoruz.
Özellikle teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesine ve üretkenlik verimliliğinin artmasına rağmen uzun süredir değişmeyen haftada 40 saatlik çalışma koşulları işimizi zorlaştırıyor. Yıllardır insanları aynı çalışma saatlerine mahkum etmek, sosyal jetlag ile birlikte gelişen hastalıkları arttırıyor. Çalışan nüfusun ve sanayinin yoğun olduğu Batı illerinde çalışanların, kış döneminde havanın aydınlanmadan uyanmasına ve bireyin sirkadiyen ritminin bozulması olasıdır. Bu saat sisteminin insanın fiziksel ve ruhsal iyiliği açısından, Güneş’in sağladığı doğal aydınlık-karanlık dengenin biyolojik saatimize uyumlu olarak değiştirilmesi, sosyal jetlag ile savaşın önemli bir noktası olabilir.
Dilerim gerekli önlemler alınır da bizler de karanlıkta işe gidip, karanlıkta işten çıkmaya devam etmeyiz ve böylelikle bizim için çok önemli olan gün ışığından yeterli miktar faydalanır mahrum kalmayız.
Sevgiyle kalın…