“Eğer köprü mimarları, duvarcı ustalarını yenemezse, ‘geleceğimiz’ bu duvarların ardında inşa edilecek.” Deniz Ülke Arıboğan
Merhaba sevgili okurlar, nasılsınız? Bugün sizinle vatanım dünya, bayrağım gökyüzüdür! Tadında kulağa biraz romantik gelen bir konu hakkında konuşmak istiyorum: “Sınırsız bir dünya düzeni mümkün mü?”
Bu konu uzun zamandır aklımı kurcalayan ve derinlemesine üzerinde düşünmeden keşke gerçek olsa diye savunduğum bir düşüncedir. Sahiden bir düşünsenize istediğiniz zaman dünya üzerinde istediğiniz herhangi bir yere pasaport, vize gibi engellere takılmadan ve kaçak yollarla ülkeye girmeye çalışmadan gidebildiğimizi (Ekonomik durum baz alınmamıştır.) Savaşsız dünya, sınırsızdır Tabii ki bu konu aklına ilk gelen kişi ben değilim, bu düşünceyi ilk ortaya atan kim bilmiyorum ama benim doğduğum yıllarda küreselleşme, belki de tarihinde altın çağlarını yaşamış.
1990’lı yıllarda, küreselleşme ile ilgili birçok tartışma literatürde yer etmiş ve birçok tez ortaya atılmıştır. Bunlardan en dikkat çekeni şüphesiz ulus-devletin artık işlevini yitirip miladını doldurduğuna dair olanlardı. Söz konusu tartışmalar küreselleşmenin belki de en popüler söylemini ortaya çıkardı: “Sınırsız dünya” (Ohmae, 1989). Neredeyse her şeyin sınır olmaksızın yoğun, hızlı ve sürekli olarak hareket ettiği bir dünyanın tasviri için kullanılmıştı bu söylem. Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, liberalizmin ideolojilerin kazananı olarak yeniden ön plana çıkması gibi gelişmeler de bu söylemin zeminini hazırlamıştır. Hatta bu dönemde tarihin sonuna gelindiğini bile iddia edenler olmuştur (Fukuyama, 1989).
Ancak 21. yüzyılın tecrübe edilen ilk 20 yılı, söz konusu tezleri sorguya çekmek için yeterli oldu. Terörizm, ekonomik krizler, küresel siyasi çalkantılar ve en çok da göçler ile dünya, 1990’lı yıllarda iddia edilenin aksi bir süreci yaşıyor. Küresel politikaları şekillendiren 11 Eylül saldırısına, mikro ve makro piyasaları yerinden oynatan 2008 Küresel Ekonomik Krizi’ne, Arap ülkelerinde devrim niteliğinde yaşanan Arap Baharı’na ve hemen sonrasında günümüz dünyasında devletlerin politikalarına yön veren ve “kriz” olarak addedilen mülteci meselesine şahitlik edildi. Dahası, son yıllarda dünyanın gündemine oturan koronavirüs pandemisi de işin başka bir boyutunu oluşturdu.
Söz konusu gelişmeler akılda tutulursa küreselleşmenin daha önce hiç olmadığı kadar sorgulandığı bir süreç yaşanıyor. Bu sorgulamalar, özellikle göç meselesinin bir sonucu olarak radikal şekilde artışa geçen sınır önlemleri ile somut hale bürünüyor.
Devletler, 2000’li yıllarla birlikte sınırlarını teröre, uyuşturucuya, kaçakçılığa ve bilhassa da göçe kapatmak için sınır önlemlerini arttırdı. Berlin Duvarı yıkıldığında (1989) dünyada sadece 15 sınır duvarı mevcuttu bugün ise yaklaşık 100 tanedir. Duvarların sayısı kadar neden inşa edildiği de önemli bir detaydır. Nitekim 21. yüzyılda inşa edilen duvarların yarısından fazlası, devletlerin sınırlarının geçirgenliğini azaltmak istemesinin bir sonucudur. Devletler, göçü ve göçmeni duvar inşa ederek engelleme çabasında ancak Wendy Brown’ın da belirttiği gibi söz konusu duvarlar işe yaramayacak çünkü göçmenler, devletin sınırları kolay geçilebilir olduğu için değil daha iyi bir yaşam için sınırı geçiyorlar.
Bu noktada baktığımızda bir sınır olmasa, orayı aşmaya çalışan birileri de olmayacak. Sınırlar bizi içerdekiler ve dışardakiler olmak üzere ikiye ayırıyor ve duruma göre bulunduğumuz yer avantaj veya dezavantaja dönüşüyor.
Bugün bir devleti olmayan milletler, sınırların içinde yeni sınırlar oluşturmaya çalışıyor bunun için mücadele etmek yerine var olan sınırların kalkması için sınırların, sınıfların ve savaşların olmadığı bir dünyayı gerçekleştirmek için mücadele edilmeli.
Benim görüşüm, tarihin tekerrür etmesi hasebiyle bir kaos sonucu toplum, en başa sınırsız bir düzene dönecek o günleri görenlere şimdiden selam olsun…
Bu konu uzun zamandır aklımı kurcalayan ve derinlemesine üzerinde düşünmeden keşke gerçek olsa diye savunduğum bir düşüncedir. Sahiden bir düşünsenize istediğiniz zaman dünya üzerinde istediğiniz herhangi bir yere pasaport, vize gibi engellere takılmadan ve kaçak yollarla ülkeye girmeye çalışmadan gidebildiğimizi (Ekonomik durum baz alınmamıştır.) Savaşsız dünya, sınırsızdır Tabii ki bu konu aklına ilk gelen kişi ben değilim, bu düşünceyi ilk ortaya atan kim bilmiyorum ama benim doğduğum yıllarda küreselleşme, belki de tarihinde altın çağlarını yaşamış.
1990’lı yıllarda, küreselleşme ile ilgili birçok tartışma literatürde yer etmiş ve birçok tez ortaya atılmıştır. Bunlardan en dikkat çekeni şüphesiz ulus-devletin artık işlevini yitirip miladını doldurduğuna dair olanlardı. Söz konusu tartışmalar küreselleşmenin belki de en popüler söylemini ortaya çıkardı: “Sınırsız dünya” (Ohmae, 1989). Neredeyse her şeyin sınır olmaksızın yoğun, hızlı ve sürekli olarak hareket ettiği bir dünyanın tasviri için kullanılmıştı bu söylem. Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, liberalizmin ideolojilerin kazananı olarak yeniden ön plana çıkması gibi gelişmeler de bu söylemin zeminini hazırlamıştır. Hatta bu dönemde tarihin sonuna gelindiğini bile iddia edenler olmuştur (Fukuyama, 1989).
Ancak 21. yüzyılın tecrübe edilen ilk 20 yılı, söz konusu tezleri sorguya çekmek için yeterli oldu. Terörizm, ekonomik krizler, küresel siyasi çalkantılar ve en çok da göçler ile dünya, 1990’lı yıllarda iddia edilenin aksi bir süreci yaşıyor. Küresel politikaları şekillendiren 11 Eylül saldırısına, mikro ve makro piyasaları yerinden oynatan 2008 Küresel Ekonomik Krizi’ne, Arap ülkelerinde devrim niteliğinde yaşanan Arap Baharı’na ve hemen sonrasında günümüz dünyasında devletlerin politikalarına yön veren ve “kriz” olarak addedilen mülteci meselesine şahitlik edildi. Dahası, son yıllarda dünyanın gündemine oturan koronavirüs pandemisi de işin başka bir boyutunu oluşturdu.
Söz konusu gelişmeler akılda tutulursa küreselleşmenin daha önce hiç olmadığı kadar sorgulandığı bir süreç yaşanıyor. Bu sorgulamalar, özellikle göç meselesinin bir sonucu olarak radikal şekilde artışa geçen sınır önlemleri ile somut hale bürünüyor.
Devletler, 2000’li yıllarla birlikte sınırlarını teröre, uyuşturucuya, kaçakçılığa ve bilhassa da göçe kapatmak için sınır önlemlerini arttırdı. Berlin Duvarı yıkıldığında (1989) dünyada sadece 15 sınır duvarı mevcuttu bugün ise yaklaşık 100 tanedir. Duvarların sayısı kadar neden inşa edildiği de önemli bir detaydır. Nitekim 21. yüzyılda inşa edilen duvarların yarısından fazlası, devletlerin sınırlarının geçirgenliğini azaltmak istemesinin bir sonucudur. Devletler, göçü ve göçmeni duvar inşa ederek engelleme çabasında ancak Wendy Brown’ın da belirttiği gibi söz konusu duvarlar işe yaramayacak çünkü göçmenler, devletin sınırları kolay geçilebilir olduğu için değil daha iyi bir yaşam için sınırı geçiyorlar.
Bu noktada baktığımızda bir sınır olmasa, orayı aşmaya çalışan birileri de olmayacak. Sınırlar bizi içerdekiler ve dışardakiler olmak üzere ikiye ayırıyor ve duruma göre bulunduğumuz yer avantaj veya dezavantaja dönüşüyor.
Bugün bir devleti olmayan milletler, sınırların içinde yeni sınırlar oluşturmaya çalışıyor bunun için mücadele etmek yerine var olan sınırların kalkması için sınırların, sınıfların ve savaşların olmadığı bir dünyayı gerçekleştirmek için mücadele edilmeli.
Benim görüşüm, tarihin tekerrür etmesi hasebiyle bir kaos sonucu toplum, en başa sınırsız bir düzene dönecek o günleri görenlere şimdiden selam olsun…