Evreni bükmek, paralel evren, solucan delikleri… Düşündünüz mü bunları hiç, yani son zamanlarda sıkça bahsedilmekte bu sözlerden. Belki merak edeniniz olmuştur. Bence olmuştur ve içinizden bazılarınız araştırmalarınız sayesinde oldukça fazla bilgiye de ulaşmışsınızdır. Bu ülkede farkındalığı yaşayan ya da yaşamak isteyen vatandaşların sayısı gün geçtikçe artmakta çünkü.
Aslında üçü de birbirini tamamlayıcı gerçekler. Solucan delikleri evreni bükerek paralel evreni yaratmaktalar. Bu da zaman olgusunun kontrol edilebilmesini sağlamakta ve zaman yolcuları için bir kapı açmakta. Yani zamanda yolculuk yapılmakta bu sayede. Sanki yaşamış gibi anlattım değil mi? Yok yaşamadım ama… Bu evrende yalnız olmadığımız gün gibi meydanda iken halen daha yok UFO var mı, uzaylı var mı gibi tuhaf sorularla kendimizi kandırma, günleri boş yere geçirme lüksümüz yok. Zaman daralmakta, biran önce diğer ülkeler gibi uzayı araştırmaya ve bu işe bütçe ayırmaya başlamalıyız. Tüm kaynaklarını kuruttuğumuz gezegenimizde bir müddet sonra canlı organizma için yeterli destek kalmayacak. Bu gezegen insanlık için bir hurda yığını haline gelecek. İnsan, bu gezegeni bir gün mutlaka terk etmek zorunda kalacak ve bunun bilincinde olan 1.dünya ülkeleri uzay araştırmalarını en üst düzeyde tutmaktalar. Biz ise henüz uzay demeye bile başlamadık.
Gezegenimizde solucan deliği var mı sorusu tüm araştırmacıların beynini kurcalıyor. Arkeolojik kazılara devletler tarafından harcanan bütçeler ne için sanıyorsunuz. Geçmişte bu gezegende çok değişik çeşitlilikte canlı türlerinin yaşadıklarını ve bunlardan bazılarının üstün teknoloji içeren alet edevat kullandıklarını hatta uçan araçlara sahip olduklarını ve hatta hatta evren hakkında da günümüzden daha fazla bilgi sahibi olduklarını anladık. Tüm bunları nasıl yapmışlardı? Evren hakkında nasıl bir bilgiye ulaşmışlardı? Matematik ve geometri nasıl ortaya çıkmıştı? Altılık sistemi nasıl keşfetmişlerdi? Yoksa tüm bu soruların cevapları “kimler” olarak sorulduklarında mı doğru olarak verilebilir? Gezegenimizde bulunan yeraltı kentlerinin ortaya çıkarılması ile birlikte insan için Sümer tabletlerinde ortaya atılan “altın madenlerinde çalıştırılmak üzere üretilen canlı” tanımlaması savı birazdan daha fazla gerçeklik kazanmaya başladı. Artık biliyoruz ki “insan” başka bir gezegenden gelen canlı türü tarafından “işçi” olarak üretilmişti. Bu canlı türü, insanın evrensel sırlara hakim olmaması için halen çalışmakta. Çünkü evrende bulunan tek esir durumunda ki akıllı canlı türü insan. İnsanı bu gezegene hapsetmenin yolu çok basit. İki yöntem geliştirdiler. Birisi para, diğeri de din. Bu iki sahip olunması imkansız ama sahip olunduğu sanılabilir hile ile insan hapsolduğu dünya gezegeninde kısacık ömrünü heba ederek yitip gitmekte. Gelinen nokta, kaynakları hızla tükenmekte olan dünyayı terk ederken, nerede yeni bir dünya olduğu sorusudur. Bu sorunun cevabı tabi ki şu anda buzul çağını yaşayarak uykuda olan MARS olarak vermiş durumda günümüz bilim insanları. Yaklaşık 50.000 yıllık bir uykudan 11.000 yıl sonra uyanması beklenen MARS insanlığın hedefinde. Ancak, MARS’a ulaşmanın bildiğimiz klasik yöntemlerin dışında bir başka yolu daha olabilir mi? İşte bu yüzden evreni bükerek ışık yıllarının kısalmasını sağlamak günümüz bilim insanının hedefi.
Uçuk bir yazı mı? Belki de. Ama ya değilse!
Aslında üçü de birbirini tamamlayıcı gerçekler. Solucan delikleri evreni bükerek paralel evreni yaratmaktalar. Bu da zaman olgusunun kontrol edilebilmesini sağlamakta ve zaman yolcuları için bir kapı açmakta. Yani zamanda yolculuk yapılmakta bu sayede. Sanki yaşamış gibi anlattım değil mi? Yok yaşamadım ama… Bu evrende yalnız olmadığımız gün gibi meydanda iken halen daha yok UFO var mı, uzaylı var mı gibi tuhaf sorularla kendimizi kandırma, günleri boş yere geçirme lüksümüz yok. Zaman daralmakta, biran önce diğer ülkeler gibi uzayı araştırmaya ve bu işe bütçe ayırmaya başlamalıyız. Tüm kaynaklarını kuruttuğumuz gezegenimizde bir müddet sonra canlı organizma için yeterli destek kalmayacak. Bu gezegen insanlık için bir hurda yığını haline gelecek. İnsan, bu gezegeni bir gün mutlaka terk etmek zorunda kalacak ve bunun bilincinde olan 1.dünya ülkeleri uzay araştırmalarını en üst düzeyde tutmaktalar. Biz ise henüz uzay demeye bile başlamadık.
Gezegenimizde solucan deliği var mı sorusu tüm araştırmacıların beynini kurcalıyor. Arkeolojik kazılara devletler tarafından harcanan bütçeler ne için sanıyorsunuz. Geçmişte bu gezegende çok değişik çeşitlilikte canlı türlerinin yaşadıklarını ve bunlardan bazılarının üstün teknoloji içeren alet edevat kullandıklarını hatta uçan araçlara sahip olduklarını ve hatta hatta evren hakkında da günümüzden daha fazla bilgi sahibi olduklarını anladık. Tüm bunları nasıl yapmışlardı? Evren hakkında nasıl bir bilgiye ulaşmışlardı? Matematik ve geometri nasıl ortaya çıkmıştı? Altılık sistemi nasıl keşfetmişlerdi? Yoksa tüm bu soruların cevapları “kimler” olarak sorulduklarında mı doğru olarak verilebilir? Gezegenimizde bulunan yeraltı kentlerinin ortaya çıkarılması ile birlikte insan için Sümer tabletlerinde ortaya atılan “altın madenlerinde çalıştırılmak üzere üretilen canlı” tanımlaması savı birazdan daha fazla gerçeklik kazanmaya başladı. Artık biliyoruz ki “insan” başka bir gezegenden gelen canlı türü tarafından “işçi” olarak üretilmişti. Bu canlı türü, insanın evrensel sırlara hakim olmaması için halen çalışmakta. Çünkü evrende bulunan tek esir durumunda ki akıllı canlı türü insan. İnsanı bu gezegene hapsetmenin yolu çok basit. İki yöntem geliştirdiler. Birisi para, diğeri de din. Bu iki sahip olunması imkansız ama sahip olunduğu sanılabilir hile ile insan hapsolduğu dünya gezegeninde kısacık ömrünü heba ederek yitip gitmekte. Gelinen nokta, kaynakları hızla tükenmekte olan dünyayı terk ederken, nerede yeni bir dünya olduğu sorusudur. Bu sorunun cevabı tabi ki şu anda buzul çağını yaşayarak uykuda olan MARS olarak vermiş durumda günümüz bilim insanları. Yaklaşık 50.000 yıllık bir uykudan 11.000 yıl sonra uyanması beklenen MARS insanlığın hedefinde. Ancak, MARS’a ulaşmanın bildiğimiz klasik yöntemlerin dışında bir başka yolu daha olabilir mi? İşte bu yüzden evreni bükerek ışık yıllarının kısalmasını sağlamak günümüz bilim insanının hedefi.
Uçuk bir yazı mı? Belki de. Ama ya değilse!