Çocukluğunuzdan ne kaldı hayatınızda? Hatıralar mı? Arkadaşlar mı? Anne, baba ve kardeşler mi? Ev mi? Mahalle halkı mı? Ne kaldı? Üşünüyor musunuz hiç? Özlem dolu hislerle mi çocukluğunuzu hatırlıyorsunuz yoksa acı dolu anılar sizin çocukluğunuzu hatırlamaya değer kılmıyor mu? Geçmiş insanoğlu için geleceğin rehberidir. Yaptıklarınız aslında yapabileceklerinizi ortaya koyar ve sizin gelecekle ilgili hedeflerinizin belirlenmesini de sağlar. İnsanın hedefi olması büyük bir erdemdir aslında, yaşam mücadelesinde zafer sahibi olmanın tek yolu hedef belirlemektir. İyi bir iş sahibi olmak kişinin hedefine göre farklı yorumlanabilir ve bu yorum için mutlaka hedef belirlenmelidir. Aşk, iş, kişisel beceri… Her alanda başarılı olmanın tek yolu bir hedef belirlemek ve o hedefe kilitlenmiş bir vaziyette yaşam sürmektir.
Hedeflerimizi belirlerken aslında çocukluğumuz en büyük etkendir. Çocukluğumuzda yaşayamadıklarımız ya da çocukluğumuzda yaşayıp da daha sonra elimizden yitip gidenler. Ebeveynler tarafından yalnız bırakılmak, kişisel yeteneklerin bastırılması ya da tamamen serbest bırakılıp desteklenmesi… Tüm bunlar belirlediğimiz hedefler için gerçek sebeplerdir. Bu hedefler bazen bizi başka ülkelere götürür, bazen erken evlilik yaptırır, bazen de kader mahkumu yapar. Güzel bir söz var; “HAYAT, BİZ PLANLAR YAPARKEN GERÇEKLEŞEN OLAYLARDIR” şeklinde. Belirlediğimiz hedeflere ulaşmak yaşadıklarımız bizi hayat okulunda tecrübe sahibi yaparak eğitir. Hani der ya pir; “HAMDIK, PİŞTİK, OLDUK” diye. Sadece dergahta pişilmez, hepimiz hayatın akışında pişmekteyiz.
Dünyanın en güzel hali insan için aslında beşeri ilişkilerin hasıl olduğu anlar değildir. İnsan aslında mutluluğu doğada bulur, özgür hayvanların içerisinde, doğal güzellikler arasında… Düşüncelerde insan kendisini böyle ortamlarda hayal eder ve mutluluğu ruhuna adeta hediye etmek ister. Çünkü insan, insanın yanında sonsuz huzuru bulamaz. Her kişinin kendi dünyası aslında yalnızlıkla kurgulanmıştır ancak insanın yaratılışla ilgili çok önemli bir beşeri öğretisi aşk, evlilik ve kıskançlığı adeta hayat tarzı için kaçınılmaz kılar. Bu öğreti tabi ki “çoğalma isteği” olarak tanımlanmalıdır. İnsan doğası gereği çoğalmanın karşı konulmaz dürtüsüyle yalnız yaşamanın dışına çıkar aile dediğimiz topluluk ortaya çıkar. Aile oluştuğunda ise iki ayrı kişinin hedefleri ister istemez ortak bir paydada buluşmak zorunda kalır. Hedefler değişir, yok olan hedefler aile birliği feda edilir, doğan çocuklar yeni hedeflerin belirlenmesine sebep olur.
İnsanoğlu, her bir birey, iyi bir yaşamı hak etmekte. Fırsat eşitliği kesinlikle her insan için tüm toplumlarda geçerli olmalı. Eşitlik değil, fırsat eşitliği olmalı. Bireylerin fiziksel yapıları farklıdır. Engelli olabilir, engelli olmaz ama boyu standartların altında olabilir… Eşitlik dediğimizde bireylerin fiziksel farkları bir takım bireylere avantaj sağlayabilir. Bu yüzden eşitlik değil, fırsat eşitliği olmalı. Yaşam mücadelesinde kişisel hedefler ile toplumsal hedefler ancak fırsat eşitliğinde bir araya gelebilir ve ancak fırsat eşitliğinde bireyler toplumda gerçek değerlerini bulabilir.
Hedeflerimizi belirlerken aslında çocukluğumuz en büyük etkendir. Çocukluğumuzda yaşayamadıklarımız ya da çocukluğumuzda yaşayıp da daha sonra elimizden yitip gidenler. Ebeveynler tarafından yalnız bırakılmak, kişisel yeteneklerin bastırılması ya da tamamen serbest bırakılıp desteklenmesi… Tüm bunlar belirlediğimiz hedefler için gerçek sebeplerdir. Bu hedefler bazen bizi başka ülkelere götürür, bazen erken evlilik yaptırır, bazen de kader mahkumu yapar. Güzel bir söz var; “HAYAT, BİZ PLANLAR YAPARKEN GERÇEKLEŞEN OLAYLARDIR” şeklinde. Belirlediğimiz hedeflere ulaşmak yaşadıklarımız bizi hayat okulunda tecrübe sahibi yaparak eğitir. Hani der ya pir; “HAMDIK, PİŞTİK, OLDUK” diye. Sadece dergahta pişilmez, hepimiz hayatın akışında pişmekteyiz.
Dünyanın en güzel hali insan için aslında beşeri ilişkilerin hasıl olduğu anlar değildir. İnsan aslında mutluluğu doğada bulur, özgür hayvanların içerisinde, doğal güzellikler arasında… Düşüncelerde insan kendisini böyle ortamlarda hayal eder ve mutluluğu ruhuna adeta hediye etmek ister. Çünkü insan, insanın yanında sonsuz huzuru bulamaz. Her kişinin kendi dünyası aslında yalnızlıkla kurgulanmıştır ancak insanın yaratılışla ilgili çok önemli bir beşeri öğretisi aşk, evlilik ve kıskançlığı adeta hayat tarzı için kaçınılmaz kılar. Bu öğreti tabi ki “çoğalma isteği” olarak tanımlanmalıdır. İnsan doğası gereği çoğalmanın karşı konulmaz dürtüsüyle yalnız yaşamanın dışına çıkar aile dediğimiz topluluk ortaya çıkar. Aile oluştuğunda ise iki ayrı kişinin hedefleri ister istemez ortak bir paydada buluşmak zorunda kalır. Hedefler değişir, yok olan hedefler aile birliği feda edilir, doğan çocuklar yeni hedeflerin belirlenmesine sebep olur.
İnsanoğlu, her bir birey, iyi bir yaşamı hak etmekte. Fırsat eşitliği kesinlikle her insan için tüm toplumlarda geçerli olmalı. Eşitlik değil, fırsat eşitliği olmalı. Bireylerin fiziksel yapıları farklıdır. Engelli olabilir, engelli olmaz ama boyu standartların altında olabilir… Eşitlik dediğimizde bireylerin fiziksel farkları bir takım bireylere avantaj sağlayabilir. Bu yüzden eşitlik değil, fırsat eşitliği olmalı. Yaşam mücadelesinde kişisel hedefler ile toplumsal hedefler ancak fırsat eşitliğinde bir araya gelebilir ve ancak fırsat eşitliğinde bireyler toplumda gerçek değerlerini bulabilir.