Dan Millman'ın "Hayatınızın Amacı" adlı kitabında yasa şu şekilde ifade ediliyor;
“Bu yasa; ahlakı Tanrı’nın değil insanların icat ettiğini hatırlatır, Öz’ün bizi asla yargılamadığı, sadece bize dengeleme ve ögrenme fırsatları verdiği önermesiyle başlar.
İdeallerimizin baskısını ve sürekli kendimizi kanıtlama ve düzeltme ihtiyacı hisseder, yetersiz gelmekten, kendi standartlarımızı karşılayamamaktan korkarız. İronik bir biçimde en yüksek vizyona sahip olanlarımız kendine en düşük değeri verenler olabilir. Kendimizi daha sertçe yargılama eğilimi gösterdikçe, bizim iç dürtülerimizi temsil eder gibi, bizi eleştiren insanları hayatımıza daha çok çekeriz. “
Evet… Gündelik hayatımıza baktığımızda birileri ya da bir şeyler hakkında ne kadar çok düşünüp yargıladığımızı düşünürsek bu yasayı ne kadar çok ihlal ettiğimizi de görürüz. Bu hayatta herkesin yolu, kaderi ve sınavları ya da kazanması gereken deneyimler farklı farklıdır. Yaşadığımız, karşılaştığımız her şey tekamül sürecinin de bir parçası. Bu noktadan bakarsak herkesin süreci de farklı olmalıdır zaten. O halde kimsenin kimseye de söyleyecek bir şeyi olmamalı. Herkes kendi işine bakıp kendi sofrasındakilere odaklanmalı. Zaman değerli ve yaşamdan ne alırsak yanımıza kar.
“Yargılar, enerjinin önünü keser, iç savunmalar ve dirençler oluşturur ve negatif kalıpları yerinde tutarlar. Yargılardan kurtulmak değişim yolunu açar.”
Yargılar bizi sekteye uğratabilir. Bütün yargılardan, katı düşüncelerden kurtulmak bizi özgürleştirir ve bu özgürlük hissi de bizi hayata karşı daha güçlü kılar. İlerleyebilmek için de özgür hissetmeliyiz, içimizdeki ve dışımızdaki bütün tutsaklıklardan kurtulmalıyız. İnsan özünde güçlü ve de özgür ruhlu bir varlıktır. Özgür iradeye sahip olmak bizim yaradılışımızın özü. Dolayısıyla öze ulaşmak için özgür olmak, özgür olmak için de yargılamamak zorundayız…
Yargısızlık yasasına somut örnekler verirsek… “yargılarsanız, yargılanırsınız!” diye bir söz var herkesin duyduğu ama içselleştirip hayatına geçiremediği. Kendi hayatınıza dönüp bir bakın. Yargıladığınız her şeyi ya yaşamışsınızdır ya da yaşıyorsunuz ya da yaşayacaksınızdır. Kendi adıma ben birçok şeyi hatırladım. Gençlik yıllarının verdiği cehaletle söylenmiş sözler, yargılanmış kişiler… Peki sonra ne oldu? Hepsini tek tek yaşayıp gördüm. Kime ne dediysem başıma geldi. Neyseki çabuk ayılıp “hayat bu, her şey olabilir” moduna geçebildim. Ara sıra dilimin ucuna gelen şeyler oluyor ama artık ayıldığımı düşünerek “olabilir” diyorum. Çünkü gerçekten o koşullarda bende aynı şeyleri söyleyip yapabilirim. Bunu erken yaşlarda öğrenmek bir avantaj. Ancak keşke hiç yaşamadan sadece okuyarak ve görerek öğrenebilsek ve canımız yanmasa. Bu bilgi ve tecrübemizi çocuklarımıza en doğru şekilde aktarabilirsek onlar yaşamaz belki… Her şeyi yaşayarak öğrenecek kadar zamana sahip değiliz. Öğrenme şeklimizi yaşayarak öğrenmeden okuyarak, görerek ve düşünerek öğrenmeye dönüştürmeliyiz…
Yaşam güzel, hele ki bu günlerde bunu daha iyi anlıyoruz. Dünya olarak büyük bir sınavdan geçiyoruz. Kıyameti yaşıyor kıldan ince kılıçtan keskin olan sırat köprüsünden tek tek geçiyoruz. Artık uyanma zamanı. Bize anlatılan öğretilerdeki sırları çözme ve önümüze bakma zamanı. Yargılamadan yaşama zamanı… Özgür bir ruhla ve özgür bir dünya da yaşamak umuduyla…