Nancy H. Kleinbaum, Ölü Ozanlar Derneği isimli kitabında şöyle der: “Gerçekler, ayakları açıkta bırakan kısa bir yorgan gibidir. Ne kadar çekerseniz çekin asla her yerinizi kaplamaz.”
Bugün sizlere, kısa zaman önce bir kez daha okuma zevkine eriştiğim Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan bahsedeceğim. Nedense kitabı okur okumaz aklıma, Kleinbaum’ın o anlamlı sözü geldi. Kitabın ana kahramanı olan hasta çocuğun hikayesi, geniş bir pencereden ele alındığında aklıma ilk olarak bu cümleyi getirmiş olmalı...
Kleinbaum’un “gerçeklik yorganı”
Zira kahramanımız kendi geleceğini, gerçek hayattan tamamen bağımsız bir hayal aleminin içinde kurguluyor. Genç çocuğun, kendini ve gerçekliği reddetme evresi ilk olarak bir uzvundaki bozuklukla baş gösteriyor. Bacağındaki hastalığı kendince birtakım sebeplerden görmezden gelen ve tedaviyi öteleyen çocuğun, ikinci reddetme evresi ise kendinden yaşça büyük bir kıza ilgi duymasıyla başlıyor. Kahramanımız, böylelikle önce vücudundaki bir uzvunun durumunu ardındansa kendi yaşını ve bulunduğu statüyü reddetmiş oluyor. Yani kitapta sözü geçen genç, Kleinbaum’un bahsettiği gerçeklik yorganını sürekli bir köşesinden çekeliyor. Yorganın yetemediği zamanlar açıkta kalan kısımları ise hayal dünyasıyla dolduruyor. Sevdiği kızı elde edemese de onun yanında kalmak istiyor. Bacağının kesilmesine müsaade etmeyerek bir şekilde bacağını vücudunda tutmak istiyor. Kısacası genç, kendi isteklerini aslolan dış koşulların gerçekliğinden soyutluyor.
Şekil vermekten şekil almaya…
Fakat gencin içinde bulunduğu bu hayali evren, zaman içerisinde tepetaklak oluyor. Sevdiği kız Nüzhet’in Doktor Ragıp’la yakınlaşması ve bacağının her geçen gün daha kötüye gitmesi, genç çocuğu hayal aleminden çıkarıp hayatın gerçekliğiyle yüzleştiriyor. Nihayetinde kendi istek ve arzuları ile içinde bulunduğu dünyanın şartları arasındaki ayrımı yapmayı başaran kahramanımız, seçimini bu ayrım doğrultusunda yapıyor ve Nüzhet’i geride bırakarak bacağını tedavi ettirmeye karar veriyor. Yine Kleinbaum’un yorgan teorisini ele alırsak, gencin ilk zamanlar hayatın gerçekliği karşısında ne yapacağını bilemeden, üzerindeki yorganı bir aşağıdan bir yukarıdan çekiştirdiği söylenebilir. Kitabın sonuna doğru ise bu durum tersine dönüyor. Genç, üzerindeki yorganı çekiştirerek kendine uygun hale getirmek yerine, kendi bedenini yorgana göre değiştiriyor. Ve böylece kendine, tutumuna ve düşüncelerine gerçekliğin sınırları içinde şekil vermiş oluyor.
Romantizmin büyülü dünyasından realizmin taşlı zeminine…
Kitabın yazıldığı dönemin koşullarını ve edebiyat anlayışını dikkate alırsak Peyami Safa’nın bu kitabıyla, okuru romantizmin büyülü dünyasından alıp realizmin taşlı zeminine götürdüğünü söyleyebiliriz. Kitapta sözü geçen mekanların kasvet verici betimlemeleri, bunalım içindeki hasta bir çocuk ve çocuğun yaşadığı ümitsiz aşk tasviri, ilk zamanlar okuru hayali diyarlara götürüp hayatı dramatize etse de kitabın sonu itibariyle; ‘olan’, ‘olması gereken’ ve ‘olmayan’ döngüsü kesin hatlarla çiziliyor. İyi kalpli hasta çocuğun tam anlamıyla düzelememesi ve sevdiği kızla kavuşamamasıyla okuyucu, hayalinde kurguladığı ‘olması gereken’lerle değil, hayatın değişmez ‘olan’larıyla tanışıyor.
Kitabın bu vurucu anlatım tekniği ile bende uyandırdığı etki, tam olarak bu. Hayaller, tutumlar, düşünceler, çabalar ve duygusal kimliğimizi oluşturan tüm unsurlar, hayatın bize sunduğu imkanlar dahilinde anlam kazanıyor. Hayal dünyasının sınırlarını zorlamak ve bir arzunun, bir düşün peşinden gitmek insan olmanın ve insanlığı sürdürmenin gereğidir elbet. Fakat dilediğimiz kadar çabalayalım, kanatlarımızın çıkmayacağını, denizi ikiye bölemeyeceğimizi ve bir duvarın içinden geçemeyeceğimizi de bilmemiz gerekir. Çünkü hayatın kuralları, hayal ve isteklerimizden bağımsız olarak belirlenmiş ve değiştirilemez birtakım yasalarla sabitlenmiştir.
Uçamazsak koşacağız!
Vaziyet böyle olunca, üzerimizdeki yorganı çekiştirmek yerine vücudumuzu onun şekline göre belirlemeyi de öğrenmemiz gerekiyor. Uçamazsak koşacağız, denizi değil bir ekmeği ikiye böleceğiz, bir duvarın olmasa da bir kapının içinden geçeceğiz. İmkanlar dahilinde yaşayıp imkansızlıklar dahilinde hayaller kuracağız. İkisini birbirine karıştırırsak, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan boşalan ilk yatak, bizim yatağımız olacaktır.
YAZARLAR
Yayınlanma: 13 Nisan 2021 - 09:45
Yorganı Ayağımıza Göre Uzatma Sanatı
Nancy H
YAZARLAR
13 Nisan 2021 - 09:45
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir