Yazmak… İnsan için ne büyük bir ihtiyaç, ne müthiş bir yetenek!
Kendimizi ifade etmenin, düşüncelerimiz üstüne büyüteç tutmanın, olayları kayıt altına almanın, hayallerimizin sınırlarını aşmanın, taş üstüne taş koymanın, insan olmanın en özgün, en güzel, en yaratıcı edimlerinden biri…
Yazmak zorunlu olarak düşünmeye, düşünmekse kendi kendisine soru sormaya ittiriyor insanı. Ve geçmişe, geçmişte yazdıklarına dönüp baktığında, daha tecrübesiz ve bilgisiz bir versiyonuyla barışık olmaya da zorluyor.
Yazmak insanın -bir çeşit- kendi kendisini sağaltmasını sağlıyor. Yazarken kendimizle sohbet eder, kendimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi anlamaya çalışırız. Yazdıklarımız ne kadar basit ve sadeyse düşüncelerimiz de o kadar sadedir aslında. Bu sadelikte bilgelik saklıdır. Bildiğimiz şeyleri basitçe ifade edebiliriz. Bilmediğimiz konularda kelimeler yetmez, cümleler bitmez.
Bazen düşüncelerimizi bizden önce yaşamış insanların sözlerine yaslamak isteriz. “Benim yaşam tecrübeme inanmıyor ya da güvenmiyor, fikirlerime katılmıyor olabilirsin ama, bak şu filozof, şu yazar şöyle demiş” deriz. Fikirleri aynalarız. Kendimize ve düşüncelerimize yeterince güvenmeyiz. Düşüncelerimi başkalarının düşüncelerine dayandırmak zorunda hissetmeli miyim? Bu, insan için daha konforlu bir varoluş değil mi? Ama konfordan daha kötüsü, başkalarının düşüncelerine, düşünme sistemlerine, sözlerine kendi düşünce dünyamızı esir etmek değil midir? Sindirilmemiş her kalıp düşünce, insanı özgürleştirmek şöyle dursun daha da esaret altına alabilir.
Yazmak kendini ortaya koymaktır. Az ya da çok cesaret işidir. Yazdıklarından sorumlu olmayı ve hesap vermeyi de taşır çantasında. Ama artık başka bir insansak ve farklı düşünüyorsak “değiştim ve artık böyle düşünmüyorum” diyebilme cesaretini de yanında ister. Bir hesaplaşmadır.
Böyle…
Biraz yazmaya, kendimi yazarak da ifade etmeye çalışacağım. İnsanlar bedendeki hücreler gibi. Benimle aynı dokudaki insanlarla uyuşmak, tanışmak, kavuşmak, karışmak için firsat versin.
Merhaba…
Yorumlar
Kalan Karakter: