Birçok bilim dergisi var ülkemiz sınırları dışında yayınlanan. Bunlardan biri olan International Journal of Astrobiology bir makale yayınladı geçtiğimiz günlerde. Makale, Satürn’ün uydusu olan Titan’ın yüzeyinde bulunan metan-etan gölleriyle ilgili. Bu göllerde bulunan ilkeL hücre zarlarını andıran veziküllerin kendiliğinden oluşabileceği keşfedilmiş. Bu keşif üzerine de bir model geliştirilmiş ve donmuş hidrokarbonlarda bile amfifil moleküllerinin iki katmanlı küreler şeklinde düzenlenebileceğini ortaya koymuşlar. Amfifil moleküller konusu çok önemli. Bir molekül düşünün; hem suyu seviyor yani hidrofilik, hem de sudan kaçıyor yani hidrofobik. Bu molekül yapısı su ile de etkileşime geçebiliyor, yağlar ile de. Yani çift katmanlı. Bu çalışma ile hedeflenen de; dünyadaki su temelli doğal yaşamın su olmadan da bir döngüye sokulabilir olmasının işlevselliğine ulaşmak. Yani insanı gelecekteki doğa olaylarına hazırlamak için yapılan bir sürü çalışmadan biri.
Peki, biz bu çalışmaların neresindeyiz ülke olarak? Ülkemiz üniversiteleri neleri araştırıp geliştiriyor? Doktora tezlerinin konuları ne gibi konularda yazılmakta? Hangi araştırma şirketlerimiz neleri araştırıyor da hedeflerini ve vardıkları sonuçları nerelerde halk ile paylaşıyor? TÜBİTAK neler yapıyor geleceğe dair? Tübitak’ın yaptıklarını kimler nereden takip ediyor? Hayatımızı kolaylaştıran hangi yenilik ülkemiz sınırları içerisinden dünyaya yayılmış durumda?
Sorular, sorular…
Şu an ülkemizdeki en büyük konu, kaybettiğimiz güzide sanatçımız Muazzez Abacı’nın mirası. Eşref’in Rüya’sı. Fenerbahçe’nin puan farkını kapatarak Galatasaray’ı geçip geçemeyeceği. Altın fiyatları falan. Amfifil moleküller kimin umurunda. Oysa ki; her gün amfifil molekül harcamıyor muyuz? Sabun dediğimiz sarf malzemesinin moleküler yapısı amfifil değil de ne? Amfifil olmasa kirlerden nasıl arındıracak bizi? Bir kısmı suyu seviyor ve etkileşiyor, bir kısmı da yağları seviyor ve etkileşerek uyguladığımız yüzeyden yağları çekip kendi üzerine alıyor. İyi ya işte, biz o moleküler yapının adını bilmesek de o görevini yapıyor bir taraftan. Çok da kasmaya gerek yok, öyle değil mi?
Biz bilimden uzak durdukça köleleştik. Tüketici durumdan kurtulamadık. Onlar icat ettiler, icatlarını geliştirdiler, geliştirdiklerini ürettiler ve ürettiklerini de bize sattılar. Refah düzeyleri yükseldi, huzurla yaşıyorlar ve bize satmaya devam ediyorlar. Ülkemizde bırakın bilimsel çalışmayı, bilimsel çalışmaları bizlere ulaştıracak neşriyat da çok sınırlı. Sadece iki dergi var. Birkaç blog sayfası ve bazı meraklıların çektiği youtube videoları. Hepsi bu.
Çocuklarımızın eğitim kalitesi de çok düştü. İlkokullarda ki sınav sisteminin olmaması durumu çocukları öğrenme zorunluluğu dışına taşımış durumda. Gelecek nesilleri daha bu yaşta heba eden bir sistem ile çocuk büyütüyoruz. Televizyon kanallarındaki yarışma programlarında sorulan sorular ve alınan cevaplar içler acısı. Yeni nesil yetişmişlerimiz müthiş etiketlere sahip olmalarına rağmen hiçbir genel kültür sorusundan kendilerinden emin bir şekilde geçemiyorlar.
Konu basit. Yıllardır yazıyorum, televizyon ekranlarında defalarca dile getirdim. Üretim, üretim, üretim…
Biz üretmedikçe koşarak geleceğe doğru giden insanlıktan hızla uzaklaşıyoruz. Çünkü üreten toplumlar ister istemez bir müddet sonra gelişen topluma dönüşürler. Çünkü, ürettiklerini daha az maliyetle üretmek için çalışma yaparlar. Daha ucuza daha fazla ürün elde etmek için çalışma yaparlar. Daha az maliyetle ürettikleri daha fazla ürünü maksimum kalitede üretmek için çalışma yaparlar. Dünya pazarında pay sahibi olmak için çalışma yaparlar ve tüm bu çalışmalar karşısında gelişme kaçınılma bir hal alır.
Artık veliaht kim olacak, kimler ne kadar sahtekar, Eşref Tek ise kimler kaç kişi diye bakınıp durmaktan vaz geçmeliyiz. Bizler de mevcudiyetimizi korumak ve yüceltmek için çalışmalıyız. Üretmeliyiz.
Yorumlar
Kalan Karakter: