Sevgili Çanakkaleliler,
Her gün aynı suların kıyısından geçiyoruz; kimi zaman rüzgârın, kimi zaman martıların sesine kulak veriyoruz. Ama çoğu zaman bu boğazın tarihin en kritik anlarından birine ev sahipliği yapmış bir sahne olduğunu unutuyoruz.
Bu yazıda sizlerle yalnızca bir savaşın hikâyesini değil, tarihin tozlu sayfalarında kalmış ve çoğumuzun adını bile duymadığı bir deniz muharebesinden bahsetmek istiyorum. Bu yazıya vesile olan şey, 17. yüzyılda yapılmış renkli bir gravür… Yıllardır topladığım Çanakkale konulu eski gravürler, haritalar ve kitaplar arasında bu parça belki de en seslisi. Konuşamıyor, ama gösteriyor. Çünkü bu gravür, 1656 yılında Çanakkale Boğazı’nda yaşanan büyük bir çarpışmanın nasıl gerçekleştiğini anlatır.
Bu gravürde, Boğaz’ın iki yakasında tüm ihtişamıyla yükselen Kale-i Sultaniye (bugünkü Çimenlik Kalesi) ve Kilitbahir kaleleri açıkça görülür. Ama asıl çarpıcı olan şey, Venedik donanmasının gemilerinin tek tek harflerle işaretlenmesi ve alt kısımda isim isim yazılmasıdır. Bu sadece bir resim değil; stratejik bir harita, adeta 17. yüzyılın askeri raporudur. Savaş düzeni, gemilerin pozisyonları, hangi filikanın nerede durduğu bile gösterilmiştir.

Bu hikâyeyi anlamak için henüz savaş başlamadan önceye, Girit’in kuşatma altına alındığı yıllara dönmek gerekir. Osmanlı Devleti, 1645’ten itibaren Girit’i Venedik’ten almak için mücadele veriyordu. Ancak kuşatma uzadıkça uzuyor, kaleyi savunan Venedikliler direniyor, Osmanlı ordusuna ikmal ulaştırmak her geçen gün zorlaşıyordu. İstanbul’dan Girit’e asker, cephane ve erzak göndermek için kullanılan tek güvenli hat, Çanakkale Boğazı idi.
Venedik, işte tam bu noktada tarihî bir plan kurdu: “Boğazı kapatırsak, Girit kuşatması düşer.” Bu düşünce sadece bir strateji değil, Osmanlı’nın can damarına dokunmak demekti. Haziran 1656’da Venedik amirali Lorenzo Marcello komutasındaki birleşik donanma Çanakkale Boğazı’na geldi. Malta Şövalyeleri, Papalık Devleti ve Toskana gemileri de bu filoya katılmıştı. Osmanlı donanması Seydi Ali Paşa yönetiminde kalelerin iç kesimlerine çekilmişti. Ve 15 Haziran sabahı, rüzgâr kuzeyden eserken ilk top sesleri duyuldu. Kilitbahir ve Çimenlik’ten yükselen dumanlar, Boğaz’ın iki yakasını gri bir sis gibi kapladı. Osmanlı gemileri rüzgârı tersine almış, dar sularda manevra yapamıyor, Venedikli gemiler ise akıntıdan güç alarak saldırıyordu. Birkaç saat içinde Osmanlı donanması ağır kayıplar verdi; onlarca gemi battı veya ateşe verildi. Seydi Ali Paşa şehit düştü. Boğaz, belki de tarihinde ilk kez yabancı bir donanmanın kontrolüne geçti. Ancak bu zaferin gölgesinde büyük bir trajedi de vardı. Savaşın kahramanı olarak görülen amiral Marcello, Çimenlik Kalesi’ne çok yaklaştığı bir anda kaleden atılan top güvertede infilak edince hayatını kaybetti. Venedik kazanmıştı ama komutanını kaybetmişti.
Bu yenilgi, Osmanlı Devleti için yalnızca askeri bir başarısızlık değil; siyasi ve psikolojik bir sarsıntıydı. Tam bu anda sahneye Köprülü Mehmed Paşa çıktı. Sadrazamlığa getirildikten sonra ilk hedefi Boğaz’ı kurtarmak oldu. 1657 yazında Osmanlı donanması yeniden denize açıldı. Bu kez rüzgâr da tarih de Osmanlı’dan yanaydı. 16 Temmuz’da başlayan çetin çatışmalar sonunda Venedik donanması geri çekilmek zorunda kaldı. Boğaz tekrar Osmanlı kontrolüne girdi.
Peki bu gravür neden bu kadar kıymetli? Bir belge, bir hafıza, bir tanıklık. Gemilerin dizilişi, kalelerin yerleri.... Hepsi tarihî bir hafızanın satır aralarına kazınmış. Bugün bu tarihi neden hatırlamalıyız? Çünkü bir milletin hafızası yalnızca zaferlerle değil, geçirdiği zorluklarla da şekillenir. Çünkü 1915’te aynı sularda verilen mücadele, aslında yüzyıllar öncesine uzanan bir direniş geleneğinin devamıdır. Ve belki de en önemlisi; unuttuğumuz her hikâye, bizi biz yapan hafızadan biraz daha uzaklaşmamıza neden olur. Bu satırları yazarken, Boğaz'ın sularına baktım. Dalgalar aynı, rüzgâr aynı… Ama bilmek, o suyun altındaki hafızayı duymaktır.
Bu yazı, geçmişe bir saygı, bugüne bir hatırlatma, yarına bir not düşmek içindir.
Yorumlar
Kalan Karakter: