En başından uyarayım, bu yazı hoşunuza gitmeyebilir; hatta biraz ağır. O zaman size önerim şu olacak. Makalenin en sonunda bir cümle ile bütün yazıyı özetledim. Okuma özürünüz varsa yazının son cümlesine gidebilirsiniz.
Çanakkale'de bu yıl 62'ncisi düzenlenen Uluslararası Troya Festivali, kültürel sürekliliğin bir sembolü olarak sunuluyor. Ancak bu süreklilik, içeriksel bir derinliği ne kadar taşıyor ? Troya Festivali, yıllardır aynı sorunun gölgesinde kalıyor: Gerçekten Troya’yı mı kutluyoruz, yoksa bir turizm vitrini mi kuruyoruz?
Troya Festivali'nin temeli, 1950’lerin sonunda hırsız Heinrich Schliemann’ın kazılarına gösterilen yerel ilginin ardından, Çanakkale'nin bu “tarihi mirası” uluslararası kamuoyuna tanıtma çabasıyla atıldı. Ancak burada ironik bir durum var: Festivalin çıkış motivasyonu arkeolojik bir duyarlılık değil, politik bir vitrin arzusuydu.
İlk yıllarda daha çok tiyatro ve klasik müzik eksenli olan programlar, zamanla yerel halkın ilgisini çekecek şekilde yeniden yapılandırıldı. Bu da bir tür “popülerleştirme stratejisi” olarak öne çıktı; ancak bu süreç, festivalin entelektüel kimliğini zamanla aşındırdı. Bugün gelinen noktada, Troya isminin çağrıştırdığı yüksek kültürle, festivalin eğlence odaklı güncel versiyonu arasında ciddi bir yarık oluştuğu söylenebilir.
Troya Antik Kenti, bu günkü Hisarlık Tepesi'nde yer alıyor. Yani fiziksel olarak “bizim” coğrafyamızda; ancak tarihsel olarak bu topraklarda yaşamış halklarla günümüz halkları arasında doğrudan bir kültürel devamlılık yok. Troya’nın mitolojideki yüzü, Çanakkalelilerin kolektif hafızasında gerçek anlamda yer etmedi. Başka bir dille "kollektif hafızamızda bir aidiyet sorunu yaşıyoruz" dersem çok abartmış olmam.
Bunun yerine festival, “yerel olanı” değil, “uluslararası olanı” yansıtmaya çalıştı. Bu da Troya’nın bir aidiyet objesi olmaktan çok, yabancı gözler için tasarlanmış simgeye dönüştürülmesine yol açtı. Yani Troya Festivali, içeriden çok dışarıya sesleniyor. Şehrin kendi hafızasından, mitolojik Troya’ya bir bağ kurulmuyor. Sanki bu festival, Çanakkale için değil, Çanakkale üzerinden başka yerlere anlatılmak için düzenleniyor.
Günümüzde Troya Festivali’nin programına baktığımda müzik konserlerinden sokak gösterilerine kadar geniş bir yelpaze sunuluyor; ancak burada da yapısal bir sorun göze çarpıyor.
Festival, tematik bir bütünlükten yoksun. Programda Troya’yla doğrudan ilişkili olan etkinliklerin sayısı oldukça sınırlı.
Örneğin, 2025 yılı festival programında yer alan gençlik konserleri veya halk dansları etkinliklerinin Troya kültürüyle, mitolojisiyle ya da antik mirasla ben bağını kuramadım. Bu da etkinliğin, adını taşıdığı kavramla arasındaki mesafeyi ortaya koyuyor. Bu haliyle festival, Troia’yı anmak yerine, sadece etiket olarak kullanıyor. Kenrdimize mutlaka şu soruyu sormalıyız; "Troya Festivali ne kadar festivale benziyor, gerçekten yapmak isteğimiz bu mu ?"
Troya Festivali’nin bugüne dek değişmeden kalan temel politikası, “tanıtım” odaklı olması; ancak burada çok temel bir soruyu sormak gerekir.
Neyi tanıtıyoruz ve kime ?
Tanıtım kelimesi, genellikle turistik hedefler için kullanılır. Oysa gerçek bir kültür politikası, yerelin kendi tarihini içselleştirmesini hedeflemelidir.
Bugün Troya Festivali, turizm sezonunun ortasında, dış katılımcıyı hedefleyen, sponsor destekli bir “kültürel ürün” olarak varlık gösteriyor. Bu nedenle içerik üretimi de tüketim pratiklerine göre şekilleniyor. Geriye dönüp bakıldığında, festivalin ana temasının her yıl farklı bir slogana dönüşmesi, derinlikli bir kültürel tartışmayı engelliyor. Her şey yüzeyde, hızlı, geçici.
Alternatif bir gelecekte Troya’yı yeniden düşünmeli miyiz ? Troya Festivali gerçekten de “bizim” olabilir mi ? Evet ama bunun için radikal bir içerik reformuna ihtiyacımız var.
Festivalin yerel katmanları güçlendirilmeli. Yerel sanatçılar, zanaatkarlar, arkeologlar (kısmen var), tarihçiler bu yapının merkezine çekilmeli.
Antik Troya ile bugünün Çanakkalesi arasında bir bağ kurulmalı. Örneğin Troya Savaşı’nı kadınların gözünden anlatan yerel tiyatro projeleri desteklenmeli.
Uluslararası akademik iş birlikleriyle antik miras üzerine sempozyumlar, paneller düzenlenmeli. Festival bir entelektüel cazibe merkezine dönüşmeli.
Troya Festivali, yerel ve evrensel arasında köprü olma potansiyeli taşıyor ama bu potansiyel, yalnızca dekoratif bir vitrin anlayışıyla hayata geçemez. Festivalin, mitolojik geçmişi bugünün politik, sosyal ve kültürel meseleleriyle buluşturacak bir formata evrilmesi gerekiyor.
Aksi halde festival, her yıl aynı broşür diliyle anons edilen, aynı yüzeyde kalan, “adı var kendi yok” bir kültürel tekrara dönüşecek. Ve Troya, yine bir başka savaşta – bu kez anlam savaşında – kaybeden taraf olacak.
Troya Festivali, adını mitolojiden alıyor ama ruhunu kaybetmiş bir vitrin şovundan ibaret. Ne antik Troya’ya ait, ne bize. Koca bir içerik illüzyonu.
Yorumlar
Kalan Karakter: