Hadi gelin Saint Andrews Üniversitesi'nden bir gözle bakalım.
Yağmurlu ve serin bir sabahın erken saatinde; kuzey denizinden esen kısmen soğuk kısmen buralara göre ılık diyebileceğim bir havadan selam olsun size sevgili okurlarım. Bir gün size 69 bin nüfuslu St Andrews'ı anlatacağım.
Neyse konumuz adönelim.
Saint Andrews Üniversitesi, “tüm akademik faaliyetlerini şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde yürütüyoruz” diye bir açıklama yayımlıyor. Sebep mi? Rektör, eşi ve kayınbiraderinin yalnızca 25 gün önce kurduğu bir zeytinyağı şirketinden büyük miktarda alım yapmış. Tesadüfe bakın ki, “Zeytin Tadım Günü”nden hemen önce.
Elbette her şey “yasal”, belgeler tam, faturalar düzgün olabilir. Ama mesele yasa değil — mesele etik.
Ve İskoçya’da bu farkı herkes bilir. Burada “yasal olabilir ama doğru değil” cümlesi, çay molasında bile tartışılabilecek kadar gündelik bir konudur.
Eğer bu olay Saint Andrews’ta yaşansaydı, ortalık sessizliğe bürünür ama o sessizlik fırtınanın habercisi olurdu. Üniversite Senatosu olağanüstü toplanır, bağımsız etik kurulu devreye girer, rektör “inceleme süreci boyunca görevinden çekilmeyi” tercih ederdi. Çünkü burada mesele sadece zeytinyağı değil — güvendir.
İskoçya’da güven, yasal metinlerle değil, davranışla ölçülür. Zeytinyağının kayganlığı metafor olurdu: “şeffaf” ama bir o kadar da kaygan. Ve Saint Andrews öğrencileri, o yağın nereden geldiğini değil, kimden geldiğini sorgulardı.
Şimdi gelelim Türkiye’deki örneğe. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi benzer bir durumda şu açıklamayı yapmıştı:
“İddialar tamamen asılsız, mesnetsiz ve gerçeğe aykırıdır. Üniversitemiz, tüm faaliyetlerini 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde, şeffaflık ve kamu yararı ilkeleri doğrultusunda yürütmektedir.”
Uzun cümleler, kısa nefesler.
Psikolojik olarak bu metin, savunmadan çok kendini aklama çabası kokuyor. “Asılsız, mesnetsiz, gerçeğe aykırı” gibi kelimelerle dolu paragraflar, bir nevi kelime duvarı. Duvar ne kadar yüksekse, içerideki huzursuzluk da o kadar derindir.
“Şeffaflık” kelimesi sıkça tekrarlanıyor. Fakat gerçekten şeffaf olan bir kurum, bunu beş kez tekrarlamak zorunda kalmaz.
Bu metin bilgi vermiyor, güven inşa etmiyor — sadece savunuyor.
Ve savunmanın dili, genellikle panikle yazılır.
Saint Andrews’ta bu tür bir açıklama bambaşka olurdu. Kısa, soğukkanlı, sorumluluk alırdı:
“Etik ilkelerin ihlal edildiğine dair iddialar üniversitemiz tarafından ciddiyetle incelenmektedir. Bağımsız bir soruşturma başlatılmıştır.”
Hepsi bu.
Ne “mesnetsiz” vardır, ne “karalama kampanyası.” Çünkü şeffaflık burada bir kelime değil, bir reflekstir.
İskoçya’da böyle bir olay yaşansa, öğrenciler etik kurulu toplantısının linkini paylaşır, akademisyenler kamuoyuna açık mektuplar yayınlar, sponsorlar “bekle-gör” moduna geçerdi. Rektör de mikrofon karşısına geçip “Ama Sayıştay bizi denetliyor!” demezdi; “Kamu güveni benim sorumluluğumdur.” derdi.
Sonuçta mesele bir zeytinyağı meselesi değil, etikle imtihan edilen bir kurumsal kültür meselesidir.
Zeytinyağı gibi üste çıkabilirsiniz ama etik değilseniz, o parıltı kısa sürer. Yani burada şeffaflığın şişede kaldığı gerçeğidir.
Eğer Saint Andrews Üniversitesi böyle bir duruma düşseydi, The Guardian manşeti muhtemelen şöyle olurdu:
“Aileden Sızma: Üniversite Tadım Gününde Etik Kaydı”
Çünkü Britanya’da kimse “ama yasal” diyerek meseleyi kapatmaz. Burada kural basittir:
Etik değilse, akademik de değildir.
Biliyorum biliyorum; bizde zeytin yetişmiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: