Çanakkale’nin ezgisel rüzgârları arasında, zamanın katmanlarıyla örülü sessiz bir ağıt gibi yükselir Troya. Homeros’un ölümsüz dizelerinde adı geçen bu kadim şehir, binlerce yıl boyunca efsanelerle gerçek arasında ince bir sınırda yaşadı. Bugün ise, bu büyülü dünyanın kapılarını aralayabileceğiniz, çağdaş müzeciliğin en etkileyici örneklerinden biri Troya Müzesi'dir..
Mütevazi arkeoloji bilgim ile hatırı sayılır ölçekte müze gezdim; Berlin’in dev salonlarından St. Petersburg’un ağırbaşlı galerilerine kadar pek çok yerde antik medeniyetlerin izini sürdüm. Ancak Troya Müzesi, yalnızca bir koleksiyonlar dizisi değil; aynı zamanda bir hafıza mekânı, yerinde tarih bilinci ve kültürel adalet çağrısıdır..
- MÜZENİN MİMARİSİNDEN MİRASIN HAFIZASINA
- 10 Ekim 2018’de açılan Troya Müzesi, sadece içindeki eserlerle değil, mimarisiyle de tarihle moderniteyi buluşturan bir yapı. Toprağın içinden çıkar gibi yükselen, paslanmış metal dokulu dış cephesi, adeta kazı alanından yeni çıkarılmış bir hazine sandığını andırır. Bu mimari tercih tesadüf değil; Troya’nın katmanlı geçmişine yapılan görsel bir gönderme.
- Müzenin içi ise bir zaman yolculuğu. Giriş katından itibaren sizi sekiz farklı Troya katmanına götüren kronolojik bir rota izlenmiş. Her bir katta sadece bir dönemin değil, bir medeniyetin ruhu var. Bronz Çağı’ndan Roma dönemine, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar geçen binlerce yılın izleri taş, seramik, cam ve metalin diliyle anlatılıyor..
- TROYA HAZİNESİNİN SÜRGÜNDEKİ PARÇALARI
- Ve şimdi, kaçınılmaz bir acıya dokunmam gerekiyor. Bu müze, içinde taşıdığı değerlerin yanında, eksikleriyle de sesini yükselten bir yapı. Çünkü Troya hazinesinin en kıymetli parçaları, ne yazık ki bugün Berlin’deki Pergamon ve Rusya’daki Puşkin Müzesi'nde sergileniyor. Heinrich Schliemann'ın 19. yüzyıldaki kazılarla kaçırdığı eserler, yalnızca topraklarımızdan değil, kültürel hafızamızdan da koparıldı..
- Bu eserlerin, ait oldukları coğrafyada, hikâyelerinin doğduğu topraklarda sergilenmesi gerektiğine inanıyorum. Troya Müzesi, işte tam da bu noktada bir çağrıdır. Bu yapı, geri dönmeleri için hazır bir yuva sunuyor. O eserler, ait oldukları gökyüzünü, Ege’nin tuzlu rüzgârını, Truva’nın tozlu yollarını özlüyor..
- NEDEN TROYA MÜZESİNİ GÖRMELİSİNİZ
- Troya Müzesi, yalnızca tarih meraklılarını değil, geçmişle bugünü anlamak isteyen herkesi büyüleyecek bir yer. Burada sergilenen her eser, binlerce yıl öncesinden bugüne uzanan bir mesaj taşıyor. Cam vitrinlerin ardındaki her obje, bir zamanlar bir çocuğun oyuncağı, bir savaşçının silahı, bir tanrıçaya adanmış adak olabilir.
- Ayrıca müze çevresinde yer alan antik Troya Ören Yeri ile birlikte düşünüldüğünde, bu deneyim yalnızca zihinsel değil; fiziksel bir keşfe dönüşüyor. Ayaklarınızın altında, efsanelere konu olmuş bir kent yatıyor. Helen'in gölgeleri, Paris'in çelişkileri, Hektor'un onuru – hepsi hâlâ bu topraklarda yaşıyor..
- SON SÖZ YERİNE KÜLTÜREL ADELETİN SESİ
- Gönlünü kısmen arkeolojiye kaptırmış biri olarak, müzelerin sadece sergileme değil; anlatma, koruma ve geri çağırma işlevi taşıdığına inanıyorum. Troya Müzesi, bu sorumluluğu tüm benliğiyle üstlenmiş bir yapı. Hem bir sergi salonu, hem bilimsel çalışma alanı hem de kültürel adaletin sesi.
- Eğer yolunuz Ege’ye düşerse, Troya Müzesi’ni mutlaka görün. Çünkü bu müze, sadece geçmişi anlatmıyor; aynı zamanda gelecek nesillerin kendi miraslarını sahiplenmesi için bir bilinç inşa ediyor.
- Troya’ya gidin. Efsanelerin gölgesinde yürüyün. Ve orada, taşların arasında sadece tarihi değil, insanlığın ortak hafızasını da dinleyin. Binlerce yıl rüzgarın, suların yalayıp oyduğu taşlara dokunun; hissedin..
- SONSUZ EMEKLE KAZILMIŞ BİR ONUR; KORFMAN VE RÜSTEM ASLAN NEZDİNDE ARKEOLOGLARA SAYGI İLE...
- Troya Müzesi ve antik kentin yeniden ayağa kaldırılmasında yalnızca taşlar konuşmadı; insan emeği, adanmışlık ve bilimsel tutku da bu büyük yapbozun temel parçalarıydı. Bugün Troya’da yürüdüğünüz her patikada, kazı evlerinde sabahın ilk ışıklarıyla başlayan sessiz bir mücadele ve yıllar süren özveri yatıyor..
- Özellikle 1988 yılından itibaren Troya kazılarına yeni bir bilimsel ve etik soluk getiren Prof. Dr. Manfred Korfmann’ın adını anmadan bu hikâye tamamlanmış sayılmaz. Korfman, yalnızca arkeolojik katmanları değil, bu toprağın ruhunu da kazıdı. Troya’nın dünya kültür mirası olarak tanınmasını sağladı, yerel halkla bilim insanları arasında köprüler kurdu ve kazıların uluslararası bir bilinçle sürdürülmesine öncülük etti. Onun başlattığı çalışmalar, yalnızca arkeolojik değil, insani ve kültürel bir miras olarak da iz bırakmıştır..
- Troya’da bugün karşımıza çıkan bu görkemli tablo, arkeologlardan konservatörlere, müze çalışanlarından yerel destekçilere kadar sayısız insanın emeğinin bir sonucudur. Onlar sayesinde yalnızca bir şehir değil, insanlık tarihine dair bir anlayış da yeniden gün yüzüne çıktı.
- Bu yazıda Rüstem Aslan’ın adını geçirmemek hem Troya’ya hem hocaya haksızlık olur. Emeklerinin karşılığı hiçbir şeyle ölçülemez. Ona ve Korfman’a minnettarız.
- Bu kutsal emek, binlerce yılın ardından bile toprakla kurduğumuz bağın ne kadar güçlü ve kıymetli olduğunu bizlere yeniden hatırlatıyor..
Ve şuraya bir ama kondurayım..
İşte o amayı anlatan son cümle..
Troya Müzesi, binlerce yıllık efsanenin kalbine yolculuksa, müzenin iki asansörünün arızalı ve çalışmıyor olması nedir ?
Meraklısına:
Fotoğrafta gördüğünüz lahit, Çan'ın Çingenetepe Tümülüsündeki bir mezar odasında 1998 yılında bulunmuştur. Defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Ülkemizde sergilenen ve görülmesi gereken ilk 10 lahit arasında gösterilmektedir. Gidin ve görün.