Market raflarına şüpheyle bakmayan biri var mı? Peki pazar arabasını ağzına kadar doldurabilen var mıdır?
Bir sabah uyanıyorsunuz, aynada kendinize bakıyorsunuz:
“Biraz kilo vermişim galiba?” diyorsunuz. Diyet mi? Yok. Spor? Hayır canım, o da ne? Sadece enflasyon! Çünkü artık salata yapmak için kredi başvurusu yapmanız gerekiyor.
Geçen gün pazarda salatalıkla göz göze geldik. “Beni alırsan, bu hafta başka bir sebzeyle görüşemezsin” dedi. Haklıydı. Salatalıkla ciddi bir ilişkiye başlarsam, domatesle arkadaşlığı bitirmek zorundayım. Zaten marul beni çoktan sildi, “sen artık benim seviyemde değilsin” diye.
Bu ilişkiler yoksulluk sınırında yaşanıyor, lüksler yasak!
Eskiden “etli dolma mı, zeytinyağlı mı?” diye seçim yapardık, şimdi “doyar mıyım, bakar mıyım?” diye düşünüyoruz. Sofralarda ne var? Makarna, patates, ekmek... Karbonhidrat üçlüsüyle her öğün bir cenaze marşı gibi.
Vitamin desen, ancak reklam panolarında görüyoruz.
Ve evet, tam burada konuşulması gereken bir şey var:
Kilo almak sadece fazla yemekten değil, kötü beslenmekten olur!
Ucuz diye aldığımız işlenmiş gıdalar, doyurmaz ama yağ yapar. Sebze meyveye ulaşamayan beden, sağlıksız stoklarla idare etmeye çalışır. Sonra doktor "yağ oranınız artmış" der, biz de “ama ben sadece makarna yedim” diye savunmaya geçeriz.
E doğru... ama sabah, öğle, akşam?
Diyetisyenler reçeteye kinoalı avokadolu salatalar yazıyor. Biz ise bakkaldaki en son tarihi yaklaşmış ürünü seçiyoruz, çünkü indirim var. Kinoa mı? O bizde internet şifresi gibi bir şey: var ama hiç kullanılmadı.
Enflasyon, sadece cüzdanı değil, metabolizmayı da çökertiyor.
Zayıflamak mı? Mecburiyetten.
Şişmanlamak mı? Ucuz ve kötü beslenmenin cilvesi.
Sonuç: Ne kilo verebiliyoruz, ne enerji alabiliyoruz.
Eskiden “ben ne yesem yarıyor” diyenler vardı, şimdi “ben ne yesem yetmiyor” çağına girdik.
Ama yine de pes etmek yok sevgili okur!
Birlikte dayanacağız: Kuru ekmeğin arasına biraz mizah, biraz umut koyarsak, belki doymayız ama güleriz.
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: