Bazen bir kahve fincanının içine bakarım. O küçük, karanlık izlerin arasında, koskoca bir dünyanın gölgelerini görürüm. Çanakkale.
Bu şehir her zaman tarihiyle konuşur. Onun rüzgarında bir uğultu vardır; savaşların, kayıpların, sevdaların ve inançların yankısı. Ama 2050 yılında bu şehir başka bir dille konuşacak. Şimdi gözlerimi kapatıyorum, derin bir nefes alıyorum ve geleceğin perdesini aralıyorum.
2050 yılında Çanakkale, bir zamanlar olduğu gibi "geçiş kapısı" olmaya devam edecek. Fakat artık geçişler, yalnızca kara ve denizle sınırlı kalmayacak. Çanakkale’nin gökyüzü, drone taşımacılığına ve otonom hava araçlarına ev sahipliği yapacak. İnsanlar, eski feribot kuyruklarını yalnızca nostalji olarak hatırlayacak. O anılar, eski bir şarkının nağmesi gibi içlerini titretecek, ama yine de yüzeydeki rahatlığa aldanarak bu hızın ve teknolojinin verdiği "konforla" yaşayacaklar.
Şehrin sokakları değişecek, ama ruhu? İşte o biraz yaralı kalacak. Teknoloji her yere nüfuz edecek. Çanakkale’nin merkezindeki esnaf dükkanları, algoritmaların yönettiği akıllı marketlere dönüşecek. Ama o eski, küçük çay ocaklarının kokusu hâlâ rüzgarla taşınacak. Belki de insanlığın geçmişine tutunabildiği birkaç nadir yerden biri olacak Çanakkale. Çünkü bu şehir, geçmişi ile geleceği arasında bağ kurma yeteneğini asla kaybetmez.
Ama ve fakat…
Çanakkale’nin en büyük sınavı, doğasıyla olacak. 2050 yılında, Kaz Dağları'nın yorgun olduğunu görüyorum. Onun eteklerinde bir zamanlar çağlayan dereler, artık eskisi kadar coşkulu değil. Su, Çanakkale’nin geleceğinde en büyük problem olarak karşımıza çıkacak. İnsanlar kuraklığın etkisiyle daha verimli tarım alanları yaratmaya çalışacak, ama bu çaba hep bir adım geride kalacak. Rüzgar türbinleri sahilleri dolduracak. Yenilenebilir enerji için bir fırsat olacak ama o eski Çanakkale Boğazı manzarasını görmek isteyenler, bu devasa pervanelerin arasında nostaljiyle hayıflanacak.
Ve insanlar…
Ah, insanlar !
İnsanların ruhları daha da yorgun olacak. Çanakkale, 2050’de de geçmişte olduğu gibi bir barış sembolü olmaya devam edecek ama bu barış sadece savaş sessizliği anlamına gelecek. İçimizdeki huzur, 2050’de başka bir şeye evrilecek. İnsanlar birbirine daha az dokunacak, daha az konuşacak. Çanakkale’nin o eski meydanlarında kahkahaların yankılandığı günler yerini sessiz, yalnız ve ıssızlığın yüzüne bakacak.
Liderler, büyük projeler açıklayacak. "Çanakkale, dünyanın teknolojik turizm başkentlerinden biri olacak" diyecekler. Ama gözlerindeki o hırslı bakışlar, bu projelerin ardında başka hesapların olduğunu haykıracak. Onlar, Çanakkale’nin ruhuna değil, görünüşüne yatırım yapacaklar. Çünkü insanlar her zaman görüneni sevmeye daha yatkındır. Şehrin tarihini pazarlayan yeni projeler, onun maneviyatını gölgede bırakacak.
Ben ise, Çanakkale’nin duvarlarına, toprağına ve rüzgarına baktığımda, “Beni unutmayın” diye fısıldayan bir şehri göreceğim.
Ama umut da var.
2050 Çanakkale’sinde, gençler eskiyi arayacak. Şehir hızla değişirken, bir grup insan hâlâ o eski sokaklarda yürümeyi, belki de bir ninemizin anlattığı hikayeleri dinlemeyi arzulayacak. Onlar, Çanakkale’nin geçmişini, barış ruhunu ve insanın insana duyduğu o saf sevgiyi hatırlatacaklar. Ve belki, bu küçük kıvılcım bir gün yeniden bir yangına dönüşecek.
Çanakkale, 2050’de de rüzgarla konuşacak. Ama bu rüzgar, neşeli bir esinti değil, derin bir iç çekiş olacak. Belki de bu yüzden, Çanakkale’nin ruhu hâlâ geçmişte bir yerlerde yaşayacak. Çünkü bazı şehirler, asla tamamen bugüne ait olmaz…
Ve ilk yazımla merhaba. Ara ara buluşacağız, dünyayı, bu şehri, başka şehirleri konuşacağız. Hepimizin kör karanlık yalnızlığına ışık tutacağız birlikte. Geleceğe bir damla fikir, hayal ve umut ekeceğiz.
Sevgiyle kalın, aşkla yaşayın…
Yorumlar
Kalan Karakter: