Yarım asır önce bu topraklarda tabelalar yoktu, çit yoktu, bütçe kalemleri yoktu ama tarih vardı. Sessizlikte bir ağırlık, taşlarda bir duygu vardı.
Bugün o duygu yerini tabelalara, branda afişlere, protokol törenlerine bıraktı.
Artık Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı’nda tarih yaşanmıyor, sahneleniyor.
Alan Başkanlığı 2014’te kuruldu. İsmail Kaşdemir bu görevde 10 yılını devirdi. Dünya ne şavaşlar gördü, ne teknolojiler geldi geçti, Suriye parçalandı, Gazze diye bir şey kalmadı ama sayın Kaşdemir hala aynı koltukta oturuyor..
Yani on bir yıl çok uzun bir süre..
Bu kadar uzun süre, aynı vizyonla, aynı bakışla yönetilen bir kurumun kendini yenileyebilmesi mümkün mü?
Kaşdemir elbette çalışıyor, çabalıyor; ondan şüphem yok; hatta sadece çalışmıyor siyaset de yapıyor, yapsın. Açılış, siyasi etkinlik koşturuyor, koştursun bunların hiçbir önemi yok ama asıl mesele şu:
Kaşdemir, Çanakkale’nin gerçek sahiplerini dinledi mi hiç?
Bu şehirde doğmuş, bu toprağın hikayesini bilen insanlarla kaç kez masaya oturdu?
Ülkenin önde gelen tarihçileriyle, akademisyenleriyle, müze uzmanlarıyla bir çalıştay yapıp görüş mü aldı da şehre bu kadar köklü kararların dayatılmasını istedi..
Yoksa tüm bu “koruma düzenlemeleri” yukarıdan aşağıya, masa başında mı şekillendi?
Olan oldu..
TBMM’de kabul edilen yasa teklifiyle, Çanakkale Savaşları’na ait objelerin taşınır kültür varlığı kapsamına alınması öngörülüyor.
Kağıt üzerinde bu koruma gibi görünse de, sahada yaşayan insanlar bunun bir duygu kaybı olduğunu söylüyor. Çünkü bu topraklardaki her obje, sadece bir parça metal değil; bir hatıra, bir dua, bir insan nefesidir.
Oysa şimdi, her şeyin “envanter kodu” olacak.
Tarih, yönetmelik diline hapsolacak.
Alan Başkanlığı’nın bütçesi her yıl büyüyor ama tarih küçülüyor.
Yeni yürüyüş yolları, ışıklı tabelalar, dev tören alanları yapılıyor.
Ama o alanlarda bir tek şey eksik: ruh.
Savaşın geçtiği yerlerde artık kuş sesi bile törensel yankı gibi geliyor.
Oysa tarih, büyük bütçelerle değil, doğru ellerle korunur.
Bir insanın aynı görevde on yıl kalmasını, dünyanın hiçbir modern kültürel yönetim sistemi doğru bulmaz.
İngiltere’de Ulusal Tarih Müzesi yöneticileri dört yıllığına atanır, en fazla bir dönem uzatılabilir.
Avustralya’da ulusal müze başkanlarının süresi yedi yıldır, yenilenmez.
Çünkü kültürel kurumlarda zaman, sadakatle değil, yenilikle ölçülür.
Bir vizyon çok uzun süre tek elde kalırsa, o vizyon artık kendini beslemez; çevresini kurutur.
Dünya ölçümünü yapmış; 4 yıl, hadi bir dönem daha uzat 8 yıl.
Bitti..
Böyle görevler için en sağlıklı süre budur..
Başarıya rağmen değişim, kurumun oksijenidir..
Çanakkale’nin tarihi bir müze vitrini değil, yaşayan bir hikeyedir.
Ama Alan Başkanlığı’nın son yıllarda attığı adımlar bu hikayeyi sahne dekoruna çevirdi.
Belki de başında bir tarihçi, bir arkeolog, bir akademisyen olsaydı — örneğin ÇOMÜ’nün kurucu rektörü Prof. Dr. Mete Tunçoku gibi bir isim — bugün bu alanın hikayesi bambaşka olabilirdi.
En azından bu kadar yapaylaşmazdı.
Çünkü tarih, tabelayla değil, dokunarak anlaşılır.
Bugün o dokunuşu kaybettik.
Çanakkale’yi korumak istiyorsak önce onu anlamamız gerek.
Anlamanın yolu da halkı, bilim insanını, tarihçiyi dinlemekten geçer.
Aksi halde Alan Başkanlığı büyüdükçe, tarih daralmaya devam edecek.
Ve bir gün bu topraklar yalnızca savaşın değil, hafızasızlığın anıtı haline gelecek.
Acaba 10 yıl önce Alan Başkanlığına bir tarihçi atanmış olsaydı; mesela İlber Ortaylı ne olurdu. Bu soruyu kendime hep soracağım, emin olun çocuklarımız da soracak, onların çocukları da..
İyi hafta sonları..
Yorumlar
Kalan Karakter: