Sevgili Hürrem Abla,
Sana yine Çanakkale’den yazıyorum. Deniz kokusuna karışan bir isyan, bir utanç mektubu bu. Çünkü bu kez kelimeler bir insanın değil, bir can dostumuzun sessiz çığlığını taşıyor. İl Özel İdaresi’nin barınağında, demir tellere takılıp saatlerce acı içinde can veren o köpeğin hikâyesi…
Evet Hürrem Abla, burası o güzelim Çanakkale. Şehitliğin, tarih bilincinin, insanlık derslerinin toprağı… Ama aynı topraklarda bir can dostun, bir barınağın soğuk tellerine asılı kalıyor. “Barınak” diyorum ama aslında kelimeye haksızlık ediyorum. Barınmak, yaşamı korumak içindir; orası olsa olsa ölüm kampı olur...
Düşünsene, bir can — adı bile kayıtlara geçmemiş muhtemelen — tel örgülere takılmış, kurtulmak için çırpınıyor. Kimse duymuyor. Kimse görmüyor. Belki bir görevli “yarın bakarız” demiş, belki “vaktimiz yok” deyip geçip gitmiş. Sonra o can acı içinde ölüyor. Çanakkale’nin en büyük ironisi bu: tarihiyle övünen bir şehir, bir can dostumuzun canını kurtaramıyor.
Hürrem Abla, sen İstanbul’un trafiğine, Ankara’nın bürokrasisine kızarsın ya, biz de burada “vicdan trafiğine” takılıp kalıyoruz. Çünkü bu olay, sadece bir ihmalkarlık değil; bir sistemin çürümesi. Hayvan sevgisi tabelalarda, sosyal medya paylaşımlarında çok güzel duruyor ama o tellerin arkasında başka bir gerçek var.
Psikolojik olarak da sosyolojik olarak da bu görüntü, hepimizin aynası aslında. Hayvanlara nasıl davrandığımız, toplum olarak insanlığımızın derecesini gösterir derler. Bizde termometre kırılmış durumda. Çünkü artık acıya duyarsızlaştık. Tellerin öte tarafındaki çığlığı duymuyoruz. Hatta bazen “bir köpekti sonuçta” diyerek geçiyoruz. Oysa o cümle, içimizdeki insanın son nefesi oluyor.
Ormanlarımıza nasıl göstermek için değer veriyorsak can dostlarımıza da aynı özeni ve kıymeti veriyoruz. Sahnede sevmenin tozunu atıyoruz ama vicdanımız aynı frekansta değil.
Bir canın o tellerde ölmesi, sadece onun ölümü değildir Hürrem Abla; şehrin, sistemin, hatta vicdanın ölümüdür. Belediye, İl Özel İdaresi, Tarım Müdürlüğü… Herkesin “biz ilgileniyoruz” dediği bir düzenin içinde hiçbir şeyin değişmemesi tam da Türk usulü trajikomedi.
Senin mizah anlayışına sığınarak söylüyorum Hürrem Abla: Bu barınaklar bazen “barınak” değil, “barınanların son durağı”. Hayvan sevgisiyle süslenen reklam filmleri çekiyoruz, ama bir can dostumuzu kurtaramıyoruz. Sosyal medya “can dostlarımız”la dolu, ama o dostlar tellerde can verirken sessiziz.
Şimdi biri çıkıp diyecek ki, “olay araştırılıyor.” Evet, her şey araştırılıyor bu ülkede. Ama sonuçlar hep kayboluyor. Çünkü bizim sistemde vicdan arızalı, sorumluluk ise ‘geçici görevli’.
Hürrem Abla, senin kaleminle bu mektup belki birilerine ulaşır. Çünkü artık biz yazmazsak, kimse konuşmayacak. Belki bir gün o barınaklar gerçekten barınak olur. Belki bir gün o tellerin arkasında ölüm değil, yaşam olur.
Ama bugün olmadı. Orada bir can öldü. Acı içinde. Sessizce.
Ve biz, yine seyirci kaldık.
Hasretle,
Çanakkale’den Haberin Peşindeki Gözün.
Yorumlar
Kalan Karakter: