Modern toplumda yalnızlık, bir tür travma olarak tanımlanabilir. Hele ki kadınlar için yalnızlık, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak derinleşir ve varlıklarını sürekli bir mücadele içinde sürdürmelerine neden olur. Erkek egemen bir toplumda, birçok kadın için yalnızlık, bir savunma mekanizmasından daha fazlası haline gelir. Kadınlar yalnızlıkla barışmak zorunda kalırlar; çünkü bu, onlara en azından geçici bir huzur, bağımsızlık ve güvenlik sunar.
Kadınların yalnızlığı, genellikle bireysel bir tercihten çok, bir dayatmadan doğar. Kadınlar, tarihsel olarak, toplumsal yapılar tarafından küçük düşürülmüş, sesleri kesilmiş ve varlıkları sürekli olarak başkaları için şekillendirilmiştir. Erkek egemen toplumda, bir kadının kendisini yalnız hissetmesi, çoğu zaman bunun zorunlu hale gelmesinin bir sonucudur. Çünkü ne zaman bir kadın kendi ihtiyaçlarını, arzularını veya duygusal dünyasını dillendirirse, sistem buna “fazlalık” veya “zayıflık” olarak bakar.
Kadınlar, kendilerine dair güveni inşa etmek için zaman zaman “erkeği” dışarıda bırakmayı tercih ederler. Bir ilişki kurma düşüncesi, çoğu zaman, geleneksel rollerin baskısını taşıyan bir yük gibi hissedilir. Bu yalnızlık, bir yandan başkalarıyla bağ kurmanın zorluğunun bir sonucu olarak yaşanırken, diğer yandan kadın için kendi kimliğini, gücünü ve bağımsızlığını yeniden inşa etme fırsatı sunar.
Ayrılıklar, yalnızlığı daha da derinleştirir, çünkü her ayrılık bir kayıptır. Kayıplar, yalnızlığı bir kez daha yüzümüze çarpar; kaybolan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, aynı zamanda içsel bir boşluk hissi de doğar. Toplumun bize dayattığı, “tamamlanmış” olma fikri, her ayrılıkla birlikte daha da kırılgan hale gelir. Kadın, başkalarının eksiklikleriyle değil, kendi içindeki eksiklikle yüzleşmeye başlar.
İlişkiler, bazen hem içinde yaşarken hem de sonrasında yalnızlık hissini pekiştirebilir. Her ayrılıkla birlikte daha derinleşen bir yalnızlık, kadınların iç dünyasında karışık bir dert haline gelir. "Paylaşmak" fikri, bir anlamda bir güven kaybına dönüşür, çünkü yaşanan her paylaşım, ardından bir kırıklık getirebilir. Bu kırıklıklar, yalnızlığın daha katı, daha hissedilir bir hale gelmesine neden olur.
Yalnızlık, zaman içinde kadınlar için bir tür kendine karşı sorumluluk halini alır. Bir ilişkinin, her zaman başkalarına odaklanan bir yapının, kadınların içsel dünyalarını zedeleyebileceğini öğrenmişlerdir. Bu, kadının kendi kimliğiyle barıştığı, ihtiyaçlarını başkalarına minnet etmeden karşılayabileceği bir yaşam biçimine dönüşür. Yalnız olmak, aslında kişinin kendi kararlarının ve eylemlerinin sorumluluğunu taşıması demektir. Açken aç, tokken tok olmak; her anın, her duygunun, her düşüncenin sahibi olmak…
Ancak, yine de yalnızlığın içinde bir burukluk vardır. Kendi başına var olmanın özgürlüğü, çoğu zaman bir duygusal yoksunlukla çakışır. Belki de insanın doğasında, diğer insanlarla bağ kurma ve paylaşma arzusu vardır. Bu anlamda, yalnızlık bir süre sonra bir tür boşluk yaratabilir. Yalnızlık, bazen insanın en güçlü arkadaşı olurken, bazen de en acı verici düşmanı olabilir.
Kadınların yalnızlıkla barıştığı, kendilerini yeniden tanıma ve kendilerine sahip çıkma yolculuğu, genellikle bir ikilemle karşı karşıya kalır. Bir yanda bağımsızlık ve özgürlük arzusu, diğer yanda duygusal bağ kurma ihtiyacı… Bu ikilam arasında sıkışan kadınlar, çoğu zaman bir denge bulmaya çalışır. Ancak bu denge, her zaman sabit kalmaz. Çünkü toplumsal baskılar, kadının yalnızlığını bir tür suçluluk gibi hissettirebilir.
Kadın, kimi zaman yalnızlığını kutlamak ister, bazen de bunun bir tür mutsuzluk anlamına gelmediğini dünyaya göstermek ister. Çünkü yalnızlık, kadının gücünü, bağımsızlığını ve kendi kimliğini bulma yolculuğunun bir parçasıdır. Ancak yine de, bazen yalnızlık ona acıyı ve eksikliği hatırlatır. Bu kadınlar için hem bir kayıp hem de keşif yolculuğudur.
Netice dersek; yalnızlık, bir kadının toplumsal bağlamda yaşadığı zorlukları anlaması ve içsel gücünü keşfetmesi için bir fırsat olabilir. Ancak, yalnızlık aynı zamanda her kadının kalbinde bir burukluk bırakır. Paylaşmanın, başkalarıyla bağ kurmanın, duygusal bir destek bulmanın getirdiği tatmin her zaman arzulansa da, bazen yalnızlık daha anlaşılır ve yaşanabilir hale gelir. Yalnızlık, kadının kendi içsel varlığını en derin seviyede anlama fırsatı sunduğu gibi, aynı zamanda onun en zorlu sınavlarından birine dönüşür.
Bu yolculuk, her kadının kendi içinde çözdüğü bir hikaye olacaktır; ama her hikayenin sonunda, yalnızlığın yalnızca bir başlangıç olduğu gerçeği var: Kadın, en nihayetinde kendiyle barışır, ve bu barış, ona bir tür içsel huzur ve özgürlük sağlar.
Uzun bir yazı oldu. Sizi yordum. Saçı uzun aklı kıt olunca kadın kısmı kendini frenleyemiyor değil mi ? Şaka şaka; biz kadınlar olmasaydık dünya dönmezdi. Çok mu iddialı oldu. Olsun ne çıkar, en azından kendimizi iyi hissetmemize neden olacaksa……
Yorumlar
Kalan Karakter: