Kış kapıya dayandığında, şehir insanının gözü kulağı meteoroloji haberlerinde olur. "Kar ne zaman yağacak?" sorusu, sosyal medyadan ofis molalarına kadar her yerin ana gündemidir. En çok da öğrencilerin. Tatil olsun da ne olursa olsun.
İlk kar tanesi düştüğünde paylaşılan fotoğraflar, "kış kışlığını bilsin" temennileri ve kar topu oynamanın o çocuksu heyecanı içimizi sarar. Ancak pencerenin ardındaki o eşsiz manzara, aslında toplumun görünmez yaralarına tutulan bir aynadır.
Estetiğin Arkasındaki Görünmez Dram
Kar, doğanın en güzel makyajıdır; çirkinlikleri örter, şehre bir sessizlik ve zarafet bahşeder. Fakat bu estetik örtünün altında, başka bir gerçeklik titrer. Isınma maliyetlerinin her geçen gün arttığı, doğal gaz faturasının bedelimizi büktüğü günümüzde; kar, pek çok kişi için "heyecan" değil, "endişe" demektir.
Eski bir battaniyenin altında ısınmaya çalışan bir yaşlıyı, camı buğulanmış ama içerisi buz kesmiş bir evde çocuğuna sarılan bir anneyi düşünün. Onlar için kar; delik bir pabuç, sızdıran bir çatı ve daha çok kömür, daha çok masraf demektir. Bizler "kar ne güzel yağıyor" diye kahvelerimizi yudumlarken, birileri "bu gece nasıl ısınacağız?" diye sabahı bekler. Karın o meşhur sessizliği, aslında yoksul evlerin çaresizliğinin sessizliğidir. O nedenle kış gelip kapımızı çaldığında komşunuza, sağınıza solunuza daha bir dikkatle bakın. Sokaktaki insanlara, çöpün başında titreyenlere…
İhtiyaç duyanlara elinizi uzatmaktan asla korkmayın, çekinmeyin ve hesabını yapmayın. Herkes bir gün her şey
Ekolojik Zorunluluk ve Yaşamsal Çelişki
Meselenin en can yakıcı tarafı ise doğanın bu acımasız dengesidir. Kar yağmasa; barajlar dolmayacak, toprak suya doymayacak, ekinler filizlenmeyecek ve mikroplar kırılmayacaktır. Susuzluk kapıya dayandığında zengini de fakiri de aynı felaketin içine çeker. Yani yaşamın devamı için karın yağması şarttır.
İşte hayatın en yaman çelişkisi buradadır: Toprağın bayramı olan kar, yoksulun yas tuttuğu bir mevsime dönüşebilir. Bir yanda susuz kalma korkusuyla göğe el açan bizler, diğer yanda soğuktan donma korkusuyla başını öne eğen kardeşlerimiz.
Vicdanı Isıtmak Mümkün mü?
Karın herkesi aynı oranda heyecanlandırmasını beklemek hayaldir. Ancak kar yağarken evinde ısınanların, dışarıdaki ayazı ve içerideki soğuğu unutmaması bir insanlık görevidir. Sosyal devletin ve toplumsal dayanışmanın en büyük sınavı, o beyaz örtünün altındaki mağduriyeti gidermek olmalı.
Belki de bu kış, sadece karın yağmasını değil; komşumuzun bacasının tütüp tütmediğini, o soğuk odalarda bir çocuğun üşüyüp üşümediğini de dert edinmeliyiz. Çünkü ancak vicdanımız ısındığında, karın o muazzam güzelliği gerçek anlamda ruhumuza dokunabilir.
Kar yağsın, barajlar dolsun, toprak bayram etsin; ama ne olur, hiç kimse o beyaz rüyanın içinde bir kabusu yaşamasın.
Coğrafyanın Kaderi; Kiminin Özlemi, Kiminin Çilesi
Bu çelişki sadece sosyal sınıflar arasında değil, ülkemizin coğrafyasında da keskin bir hat çiziyor. Batıda ve güneyde karın yolunu gözleyenler, bir iki gün yağıp hayatı biraz yavaşlatmasını, o kısa süreli büyüyü yaşamayı dilerken; Doğu Anadolu’da aylarca süren beyaz bir esaretin pençesinde yaşam mücadelesi veriliyor. Bir tarafta kıyı illerinde kar yağsın diye dualar edilirken, diğer tarafta metrelerce karın altında yolları kapanmış köylerde hastasını hastaneye yetiştiremeyen babaların, okula gidemeyen çocukların çaresizliği yaşanıyor.
Gerçekten de, kar kimin için yağmalı? Birinin sosyal medya hikayesinde "kış masalı" olan manzara, bir başkasının hayatında "kapalı yol, tükenen ekmek ve dondurucu soğuk" anlamına geliyorsa; mutluluğumuzun başkasının kederi üzerine kurulu olup olmadığını bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Belki de asıl mesele, karın yağması değil; yağan karda birbirimizin elini tutup tutamadığımızdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: