Zaman, insanın parmaklarının arasından kayıp giden ince kum taneleri gibi. İnsan, hayatın akışında kendini ararken, zamanın ona biçtiği roller arasında savrulur. Toplumun beklentileri, geçmişin izleri ve geleceğin belirsizliği arasında bir kimlik inşa etmeye çalışır ancak, kendini bulmak bir varış değil, sonsuz bir yolculuktur.
Bir sabah aynaya bakarken, yüzündeki çizgileri okur. Her biri, yaşadığı anların bir yansımasıdır. Çocukluğun masumiyeti, ilk gençlikteki isyan, hayata karşı duyulan o bitmeyen merak.
Hepsi bir arada, ama hepsi hala tamamlanmamış.
Peki, gerçek kimlik nerede saklıdır ?
Dışarıdan dayatılan kalıplarda mı, yoksa insanın içindeki o derin sessizlikte mi?
Toplum, ona belli roller biçer. Başarılı olmalı, güzel olmalı, güçlü olmalı.
Ama tüm bu etiketlerin arasında, genç kadın bazen kendini kaybolmuş hisseder. Şehrin ılık rüzgarlarına karşı yürürken, bir an durup derin bir nefes alır. O an anlar ki, kimlik dışarıdan gelen bir tanımlama değil, içeriden doğan bir bilinçtir.
Çanakkale’nin ılık esintilerini anımsar, çocukluk anılarının ona sunduğu sıcaklığı hisseder. İşte o an, kimliğin sadece bir coğrafya ya da bir geçmiş olmadığını, insanın kendi iç yolculuğu olduğunu kavrar.
Her gün bir keşiftir. Yola çıkmak, yeni insanlarla tanışmak, bir kahve eşliğinde hayat üzerine düşünmek.
Tüm bunlar, kişinin kendi kimliğini şekillendirdiği anlar olabilir mi diye zaman zaman hep düşünmüşümdür.
“İnsanın (Bir Kadın), kendini bulması demek, hayata anlam katacak deneyimlere açık olmak demektir” diyorum da kendime söz dinletemiyorum çoğu zaman. Belki de kimlik, zamanın içinde sabit değil, değişken bir varoluş halidir.
Dün başka biri, bugün başka biri.
Ama öz hep aynıdır.
Gecenin kör karanlığında, küçük penceremden yıldızları izlerken, içimden geçen bir cümle yankılanır:
“Ben kimim?”
Bu sorunun yanıtı, ne bir kitapta ne bir başkasının sözlerinde gizli. Cevap, galiba yaşamın kendisinde, deneyimlerin içinde saklı.
Ve mevsimlerin kuruttuğu bir yaprak gibi zamanın içinde savrulurken, her anın beni kendi gerçeğime biraz daha yaklaştırdığını fark ediyorum. Belki de böyle olmasını istediğim için bu cümleyi kurabiliyorum.
Kalbim bir lambanın alevi gibi titrerken zaman duruyor, gece aydınlanıyor ve kendime “işte bir gün daha doğuyor gözlerinden” diyorum.
Sanırım biraz kendimi kandırıyorum.