Cağaloğlundaki atölyesine uğrardım Delioğlu’nun. Eşi, Hülya ablanın, kendisine özel hediyesi olan küçük meclis kadehlerine birer tek koymak için saat beşi beklerdik. Çünkü çizimler yaptığı yayın evlerinden gelen gidenler olurdu. Sohbetimizin Bölünmesine tahammülümüz yoktu. Beklediğimiz saat geldiğinde kavanozundaki karışık çerezlerinden çıkarırdı. Keyifle içerken resim konuşurduk. Sonra birlikte Cağaloğlu yokuşundan baş aşağı, vapur iskelesine yürürdük. Kadıköydeki her Perşembe buluştuğumuz meyhaneye giderdik. Saat 7 dedi mi gelenlerle rakılar içilmeye başlanır. Bekleme saatinin bittiği ilan edilirdi. Fatih abi genel de geç gelirdi buluşmaya. Yolunun uzun işinin yoğun olduğunu bilir buna rağmen gelişine, mutlulukla ihtimam gösterilirdi. Çok kıymetli insanlarla tanışıp şahane sohbetlerin parçası olmak; tüm hayatım boyunca en çok gurur duyduğum anılarım olacak sanırım.
Aralarında en genç, hatta çocuk sayılacak yaştaydım.
Fatih abi bana “sen katılana kadar gurubun en genç üyesiydim, benim tacımı elimden aldın” diye şakayla sitem ederdi. Nejat Hoca’nın (prof. Nejat Bozkurt) iki kadehten sonra içtiği bir tek sigarasına eşlik ederken, Akmar pasajının iskele çıkışının sundurmasında bir yandan da sahaflardaki Delioğlu’nun illüstrasyonlarını seyrederdik.
Yıldırım abinin (Yıldırım Derya) en can alıcı noktasını kendine has şivesiyle anlattığından beş dakika sonra güldüğümüz fıkraları olurdu. Sonra geç anladığımıza bir kez daha gülerken yıldırım abiye çaktırmamak için çaba harcardık. Yıldırım abi adı gibi deryadır. Onu anlatmak için çok daha geniş bir mecra şart.
Mustafa abinin, yakın zamanda, hiç beklenmeyen bir anda aramızdan ayrılışından mütevellit, perşembecilerin hepsiyle olan anılarım bir bir yerlerinden fırladı. Çünkü Perşembe bir bütündü...
Gene de asıl mesleki, sanatsal, pentürel sohbetleri, deneyimleri, paylaşımları Mustafa abiyle yapardık. Delioğlu’nun saçı sakalı hep gür ve simsiyahtı. Abi. dedim bir gün. ‘boyuyor musun yoksa?” ‘ha evet’ dedi. “Arada, bir iki tanesini beyaz bırakıp diğerlerini boyuyorum” diye kinayeli bir espri ile bitirdi.
Postmodern üsluptaki “uyduruk” şeyleri sevmez, Contemporary ye ‘ketempere’, meyhanedeki son meyve servisine de çektirgit havası deyip kendine has üslubuyla özetleyiverirdi.
Yanlarında kendimi çok değerli hissederdim. Çünkü öyle hissettirirlerdi. Nüktedanlığı ve küfürbazlığı ile meşhur Hüsnü abimiz, “ulan hıyar, ne işin var bu bunakların arasında. kızlara filan takılsana’ dedi. Biri, aramızda hayatı denemeden deniyor. biz mentoruz dedi. Öteki “çocukla güzel konuş. O, değerli. Bizi yeni kuşağa aktaracak adam işte o” Şimdi düşünüyorum da...bu Yıldırım abinin lafına benziyor. Kesin o demiştir. onların da genç değer görmesi gururlandırmıştı beni. Ne zaman, Yerinde bir çıkarımım olsa, Delioğlu, benimle, babam gibi gururlanır “ben masaya boş adam getirir miyim” diye hava atardı. Bu da kendimle gurur duymama neden olurdu.
Hüsnü abinin ‘aramızda ne işin var’ derken bizi neden seviyorsun? Keşke senin yaşta olsam, dediğini bildiğim gibi gençliğime iltifat ettiğini de bilirdim.
Delioğlu, beni bir kere Çanakkale de, oğlu, Emre ile ziyaret etti. Çok mutlu olmuştum. Emre’nin bana, kendisinden epey büyük yaşta arkadaşımla ‘nasıl tanıştığımızı’ sorarken yüzündeki ifadeyi bu gün gibi hatırlıyorum. Onun kuşağında ve kültüründe bu durum epey absürt gözükmüş olmalı. Ama bizim, yani “perşembeciler” olarak paydalarımızın evrenselliği, zamanın, kuşak yaftasının üstünde galiba. Bu dediğim, bu gün yanımda olsa, Hüsnü abiye de vereceğim cevap olurdu.
Mustafa Delioğlu’yla ve Perşembecilerle olan anları ve anıları buradan anlatmanın imkanı olmadığı gibi kimi özel ve güzide şeyleri anlatmam da kifayetsiz. Gereksiz de... Hatta özel şeyler...Mustafa abimin vefatı sebebiyle, birden, her yere saçılmış anıları toplayıp hatırasına saygı duymak istedim sadece. Işıklar içinde uyusun. Mustafa abi! Yanına geldiğimizde perşembeleri gene toplanırız. Halen aramızdasın. Şimdilik ışıklar içinde bekle. Hoşça kal.
Yorumlar
Kalan Karakter: