Kadim zamanlardı. Bazı zorluklardan başkaca, kim bilir nemenem sıkıntı ve süreçlerden dolayı en basit anlaşılabilir şekliyle uzakları görebilmek için ve güvenlik amacıyla İnsan ayağa kalktı. Daralan leğen kemiklerinden dolayı Dünyaya, yetişmiş bir canlı getiremeyecekti artık. O günden sonra doğan insan yavruları yetişmemiş, eksik, bakıma ve ilgiye muhtaç olarak hayata geldi. Oysa öteki hayvanlar saatler içinde hayata hazır ve nazır bir biçimde koşturmaya başlıyorlardı. Önce bir iki sendeliyorlar sonra sürüye yetişiyorlardı. Hele bir yetişemesinler di. Alim Allah yırtıcılara yem olup giderlerdi.
Gelelim insanoğluna, ya da insan kızına. Eksikliği onu geliştirdiği gibi bizim konumuz olan yani bu masalda anlatılmak istenen harika bir hikaye dinleyicisi de yaptı. Dediğimiz gibi yarım, olmamış olarak dünyaya gelen insana önceden deneyimlenmiş anlatılar lazımdı. Zamanla bu anlatıları da ‘üst anlatı’ deyip öteye itecekti ya neyse. İlk yıllarda insanlar söylencelerle, ninelerden duyduklarıyla, mitlerle idare ettiler. Bazen hazırlandığı gibi yaşadı. Bazen de hazırlandığı için yaşadı insan. Belki de bu hazırlıklar inşa etti onun hayatını. Yaşamak için anlattı. Anlattığı ve duyduğu için yaşaması gerekti bazen tüm bunları. Anlatıcılar geziyordu bir ara her yerde ve Anadolu’da (rapsot). Bir tar, bir kopuz, bir heybe dolaşarak anlatıp durdular.
Sonra bir gün işaretlerle anlamlı bir şeyleri bir araya getirdiler. Yazı dendi buna. Yazı sayesinde başka bir hal aldı anlatılanlar. Ama hala masal dinleyicileri ilk günkü heyecanıyla bekliyorlardı acaba neler yazılı diye. Daha özgür bile ola bilirlerdi masallara ulaşmak için. Eksiklerdi ve deneyimlenmiş yaşantıları bilmeye, duymaya ihtiyaçları vardı ya. İşte tam da bu oldu. Hikayelerle fazladan deneyim kırıntıları saçan başta edebiyat olmak üzere tüm sanatlarda o sanatların diline özgü anlatıları pek bir sevdi herkes. Yoksa, Yoksa. Yoksa... sanat denilen şey bu zamana kadar korunup gele bilir miydi hiç. Hikaye anlatan, fazladan yaşantı kırıntısı, deneyim veren başta edebiyat olmak üzere tüm sanatlar kabul gördü. Kimileri insanın sanatı, bastırılmış duygularını örtmek, eski suçluluk duygularını saklamak amacıyla icat edildiğini söylese de her şey bundan ibaret olamazdı elbette.
Her neyse yaşam bu kadar çetrefilli ve tecrübe az olunca hayat “sırrına ermek icap ettiğinden” hayatın özünü anlamını aradı durdu insan.
Günlerden bir gün dağ bayır gezen genç bir prens avcı kılığındayken kuru, yaşlı bir ağaca yaslanmış, ak sakallı ama genç görünümlü, erkek ama biraz da kadınsı, gülmekle ağlamak arası bakışlı, birine rastlar. Çobanı selamlayan prens bu kişinin her yerde aradığı bilge olduğunu anlar. Hemen cevabını aradığı soruyu sormak ister. Dünya da der elde etmemiz gereken en ö emli birincil şey nedir? Çoban melemekle gülmek arası bir ses çıkarır ve şöyle cevaplar.
“birincil olan şey artık senin için ulaşılmazdır. Çünkü asıl mesele bu aleme gelmemektir. Madem geldin. İkincil önemli olan da bir an önce burayı terki diyar etmektir. Çünkü bu hale, şu şekle gelene kadar çok acı çekiyorsun. Ve daha da çekeceksin. O ağaca yaslanmış bilge çobanın dedikleri hiç unutulmadı. Dilden dile aktarılıp durdu. İnsan oğlu zamanla çalışıp didindi ve doğayı ehlileştirip emrine sokmak için elinden geleni yaptı. Sonunda öyle ileri gitti ki bu kez de doğanın işleyişini bozdu. Uyum yerine hükmetmeyi seçmesinin faturası pahalı olmuştu. Şimdiler de ise herkes o çobana benzer bir bilge bulup şimdi ne yapmalı diye sormak istiyordu. Cevap uçsuz bucaksız, koca kütleli, ışığı dahi çekip içine alan kap kara deliklerin uzmanı, bir bilgisayara bağlı olarak yaşayan, felçli bir bilge fizikçiden geldi. “Artık çok geç bu dünyanın çarkına okudunuz. Yarım asır içinde yeni dünyalar bulmaya bakın yoksa haliniz harap” dedi. Herkes birden o yaşlı bilge çobanı hatırladı.
Ya işte böyle. İnsanın ürettiği şeyler artık kendisini hasta edip zehirliyorsa. Atıkları okyanuslarda dev adalar gibi yüzecek hale geldiyse, tüm edinim ve birikimlerini savaş kazanmak için sağlıyorsa, tokluktan ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerden çok olacak kadar ironik bir haldeyse durum. Çoktan hırsına ve arsızlığına yenildiyse insan. Yapacak bir şey var aslında. O da öze, doğaya dönüp onunla uyumlu yaşamanın bir yolunu bulmak. Her şeyi eski haline getirmek için çabalamak. Olur mu dersiniz. Evet çok zor ama. Ne den olmasın. En azından bir yerlerden başlamalı. Hem de hiç vakit geçirmeden.
Kadim bir masal
Kadim zamanlardı
Yayınlanma :
29.10.2022 12:42
Güncelleme
: 29.10.2022 12:42
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: