Her bilgi içinde gizli bir tohum saklar. O tohumun kendini var edebilmesi bir farkındalık ve irade meselesidir.
Bilgi dediğin can üflenmemiş yaşam, toprağa kavuşmamış tohum demektir. Ama yine de özünde bir kıymet barındırır.
Bilgi bir bilenle döllenir ve can bulur. Dolayısıyla bilmek için önce bilginin kıymetinin farkında olma sonra da onun peşinden koşma iradesini göstermek gerekir.
İnsan önce doğayı bildi. Bildi derken bilebildiğince tabii. Onu bütün yönleri ile öğrenmeye çalıştı irdeledi ve deneyimledi. Ve bilgi hala bilmek mertebesinde idi. Ne var ki doğayı keşfeden insan ruh ve mana yolculuğunda kendisine döndü, işte o zaman bilmek dediğimiz olgu insanın sorgulama gerçeği ile olmak fiiline doğru yolculuğa başladı.
Bu yolculuğun ilk simgesel ismi Sokrates’tir diyebiliriz."Kendini bil" felsefesiyle ortaya çıkan bu durumla insan kendi gerçeğiyle yüzleşmeye başladı.
İnsanın kendi varoluşsallığı dışındaki bulup çıkardığı tüm bilgiye dair gerçekler doğal bilme dürtümüz ile vücut bulan salt bilimsel gerçeklerdir. Korkusuzca soru sorma kapasitesi ve gerçeğin üzerine üzerine gitme cesareti bir kararlılıkla bizi bambaşka yeni gerçeklere götürür. İnsanin etrafında olup biten somut gerçekliklere dair aldığı yol kendi veri kapasitesi ve düşünce gücü ile gerçekleşir. Biz burada biraz olmak ve kendini bilmek üzerine duralım.
Merak ve hayretin aklımız ile reaksiyona girip demlenmesiyle oluşan bilginin aksine olmak ve kendini bilmek yüksek bir irade kapasitesi ve farkındalık gerektirir. Ve hepsinden mühimi kendisiyle kıran kırana bir mücadele
İnsanın en zor mücadelesi kendisiyle olan mücadelesidir zaten. İnsan kendisi dışındaki mücadelelerin önemli bir kısmından galip gelmeyi başarmış ve başarmaya da devam etmektedir.
Ancak kendisiyle olan mücadelesi daha kan revan ve zorlu bir süreçtir.
Kendi çarpık gerçekliğinin farkına varmak ve buna dışarıdan bakabilme kapasite ve becerisi öyle çok kolay gerçekleştirilir bir şey değildir.
Her birimiz kendi tercihimiz dışında bir çocukluk mirası taşıyoruz. Ancak her şeye rağmen çabamız bizi bambaşka diyarlara savuruyor. Evlilik dışı istenmeyen bir çocuk olarak doğmasına rağmen bütün dünya çocuklarına bugün bile ışık olan Erasmus olmak kolay olmasa gerek.
Ve bir çocuğun gizemli güzel dünyasını J.J.Rousseau’dan öğrenirken kendi çocuklarını yetimhaneye bıraktığını öğrendiğimizdeki tepkimiz ne olmalı sizce?
Bence hep ilk taşı günahsız olan atsın.