Temsili ve taklidi demokraside temel işleyiş, insanın insanı nesneleştirerek yönetmesi üzerine oturmuştur. Burada insanın insanı yönetmek yerine kendi kendisini ve nesneleri yönetmesi akıllarının ucundan bile geçmez. Dolayısıyla farklı partiler arasındaki tüm kavga, “kim daha iyi yönetir?” temelli olup, amaçlanan şey sadece iktidarın el değiştirmesini içermekte olup, iktidarın sönümlenmesi hususunda en ufak bir çaba yoktur. Çünkü iktidar olma hırsı zihinlere öylesine derinlemesine nüfuz etmiştir ki insanlar üzerinde hegemonya kurmak ve onları yönetmekten vaz geçmeyi ya da iktidarsız bir dünya ve toplumsal yaşamı kurmayı düşünmeyi akıllarından bile geçirmezler. Oysaki iktidar, insanlığın bozulmasının ürünü olup insanlığın ilk dönemlerinde en ufak bir izine bile rastlanmaz.
İnsanlık ve uygarlık tarihini araştıran herkes, insanlığın ilk dönemlerde uzunca bir süre “ilkel komünal bir yaşam” yürüttüğüne tanık olur. İktidar anlayışı elbette ki insanlığın belirli bir gelişiminin (siz bunu bozulma olarak da okuyabilirsiniz) ürünü olup neolitik çağın son dönemlerinde filizlenmiş olup Yukarı Mezopotamya’da ilk Kent Rahip Devletinin kuruluşu ile tarih sahnesinde görünür olmuş ve böylece yöneten-yönetilen ayrımının doğuşuna yol açmıştır. Antropologlar, kent devletlerinden önce soya dayalı kabilesel yaşamın varlığını tartışmasız kabul ederler. Soya dayalı sosyal yaşamda ise bireyler eşit ve özgür olup kararlar, kabilenin tüm yetişkin kadın ve erkeklerinin toplandığı meclislerde alınırdı. Bazı yerlerde kabileler bir araya gelerek konfederasyonlar oluşturduğu da görülmektedir. Buna en iyi örnek ise Amerika yerlilerinden 5 kabilenin bir araya gelmesiyle oluşturulan İrokua Konfederasyonudur. Ancak kesin olan bir şey var ki kent devletleri kurulmadan önce Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Filistin, Hindistan, Yunanistan (Grek), İtalya (Roma), Almanya, Amerika Kıtasında vs. sosyal yaşam soya dayalı kabileler şeklinde olmuş ve buralarda büyük evlerde komünal bir yaşam sürdürmüşlerdir.
Irak’ın yukarı bölgesi ve İran’da yapılan kazılar sonucu ulaşılan kimi harabelerde insanların bitişik büyük evlerde birlikte komünal bir yaşam yaşadıkları ve her 5 metrede bir yemek pişirmek için ocakların konulduğu ve bu evlerde yüksek alanlarına yatak yerlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Ocak ve yatak yerlerinin olmadığı diğer büyük yapıların ise halk meclisinin toplantı salonu ve tapınak olduğu tahmin edilmektedir.
Antropolojik veriler, Atina Demokrasisi olarak tanımlanan dönemden önce de gerek Mezopotamya’daki kabileler olsun gerekse Grek Yarımadası ve Anadolu’da olsun doğrudan demokrasinin uygulanıyor olduğu ancak bunu ilk isimlendirenlerin Atinalılar olduğu gerçeğidir. Yani Doğrudan Demokrasi’nin mucidi Atinalılar değil, Yukarı Mezopotamya’dır ancak isim babaları ise Atinalılardır. Tarihsel veriler, Doğrudan Demokrasinin Atina’dan en az binlerce yıl öncesinden Mezopotamya ve Anadolu’da uygulanıyor olduğu yönündedir.
İlkel Komünal Toplum ya da Neolitik Çağ olarak tanımlanan dönemde henüz derinleşmiş bir iş bölümü ve uzmanlaşma yoktur. Sopa ve taştan yavaş yavaş bazı silah ve aletlerin yapımına geçiş, insanın el becerileri ile birlikte zihin dünyasında da gelişmelere yol açtı. Ufak çaplı tarımın öğrenilmesi ve bazı hayvanların evcilleştirilmesi insanların yaşamında ve zihinsel gelişiminde büyük ilerlemelere yol açtı. Ateşin bulunması, bronz aletlerin, çanak ve çömleğin yapılması, taş ve kerpiçten komünal evlerin yapılmaya başlanması vs. gibi şeyler hem üretimi artırmış ve hem de fazla üretimin muhafazasının yolunu açmıştır. İnsanın tükettiğinden daha fazlasını üretmesi ise insanlığın başına gelebilecek en büyük belanın doğumuna yol açmıştır. Özel mülkiyetin ve bunun bir sonucu olarak da iktidarın doğuşu…
İlkel Komünal Toplum ya da Neolitik Çağın en önemli özelliklerinden biri de soyun anneye göre belirleniyor olması ve dolayısıyla anaerkil bir toplum özelliği şeklinde olmasıdır. Özel mülkiyet sadece iktidarı değil, mirası ve kadını arka plana itip erkek egemen toplumun doğuşuna da yol açtı. Alet ve edevat yapımı zanaatçıların ortaya çıkmasına yol açarken, fazla üretim sonucu özel mülkiyet ve metanın oluşumu da bir tüccar sınıfını doğurdu. Böylece rahip kent devletlerinde kral veya şaman, rahip, esnaf, tüccar, askeri şef, çoban ve çiftçi ile halk birlikte yaşamaya başladılar.
İşin özü şu ki toplumsal yaşamın ilk dönemlerinde insanın insanı yönetmesi yoktur. İnsanlar büyük bitişik evlerde komünal bir yaşam yürütüyorlardı. Özel mülkiyet yoktu ve ortaklaşa elde edilen yiyecek tüm kabile üyeleri tarafından ihtiyacı kadar alınıp tüketiliyordu.
Zamanla üretimdeki artış daha kalabalık kabilelerin bir arada yaşamına ve kentlerin doğuşuna yol açarken aynı zamanda kabiledeki şef, reis, rahip, şaman veya askeri liderin statüsündeki bireylere birtakım imtiyazlar tanınmasına ve böylece de ilk iktidar nüvelerinin doğuşuna yol açılmıştır. Kent rahip devletlerinin diğer kabileler aralarındaki savaşlarda elde ettikleri esirleri köleleştirmeleri ilk sınıflı toplum olan Köleci Toplumun doğuşuna yol açmıştır. Toplumsal gelişmeler ekonomik ve sosyal gelişmelere paralel olarak zamanla biçim değiştirerek Feodal Toplum, Kapitalist Toplum ve Sosyalist Toplum uygulamaları şeklinde bir seyir izlemiştir.
Günümüzde insanlığın zihinsel gelişim düzeyi ile bilim ve teknolojideki gelişim artık insanın insanı yönetmesine dayalı hiyerarşik temsili demokrasinin miadını doldurduğunu göstermektedir. Bir avuç muktedirin toplumun ezici çoğunu adeta nesneleştirip yönetmesi artık günümüz koşullarında kabul edilir bir durum değildir. Verili durumdan şikayetçi olanların itirazları her geçen gün daha da duyulur ve hissedilir şekilde yükseliyor. Yeni paradigma, iktidarın el değiştirmesi yerine, iktidarın zamanla sönümlenmesini hedef almalıdır. Bunun için de nesneleştirilmiş insanın, yeniden dirilerek aktif özne olması ve sorumluluk duygusu gelişmiş yurttaşlar olarak üzerine düşen görevleri yerine getirmesi hayati öneme sahiptir. Demek ki dün iktidar diye bir güç yoğunlaşması yoktu öyle ise yarın da var olmasını gerektirecek bir zorunluluk yoktur. Önümüzdeki acil görev, iktidarın sönümlenmesi sürecini yönetecek yeni bir politik irade ve bunun biçimlenmiş formu olarak yeni bir politik partiye ihtiyaç var. Bu parti hiç şüphe yok ki mevcut olanlardan tamamen farklı, doğrudan demokrasiyi savunup uygulayacak bir parti olacaktır. Zapatistaların dediği gibi; “Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”