Son yıllarda sosyal medya, bireylerin seslerini duyurabilecekleri en güçlü platformlardan biri haline geldi. Adalet, eşitlik, çevre bilinci gibi konular artık sadece sokaklarda değil, dijital dünyada da geniş yankı buluyor. Ancak burada kritik bir soru var: İnsanlar gerçekten duyarlı oldukları için mi paylaşım yapıyor, yoksa sadece "görünür" olmak için mi?
Günümüzde sosyal medyada bir kampanya başlatmak veya belirli bir toplumsal meseleye dikkat çekmek oldukça kolay. Hashtag'ler, story paylaşımları, retweet'ler... Ancak bu tür paylaşımlar ne kadar samimi? Örneğin, bir çevre felaketi yaşandığında birçok kişi sosyal medyada tepki gösteriyor, ancak aynı kişiler birkaç gün sonra tek kullanımlık plastikler tüketmeye, çevreye zarar veren alışkanlıklarını sürdürmeye devam edebiliyor. Benzer şekilde, kadın hakları ya da eşitlik konusunda paylaşımlar yapan bazı kişiler, günlük hayatta toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren davranışlarda bulunabiliyor.
Bu durum, "sahte aktivizm" ya da literatürdeki adıyla "slacktivism" (tembel aktivizm) olarak adlandırılıyor. Yani, bir hareketin sadece sosyal medya paylaşımlarıyla desteklenmesi ama gerçek hayatta herhangi bir değişiklik yaratmaması. Günümüzde pek çok kişi, sosyal medyada politik doğruculuk sergileyerek ya da popüler meseleleri sahiplenerek kendisini daha bilinçli ve duyarlı bir birey olarak göstermeye çalışıyor. Ancak bu eylemler çoğu zaman, gündem değiştiğinde unutuluyor ve kalıcı bir farkındalık yaratmıyor.
Peki, sahte aktivizmin zararları nelerdir? Öncelikle, gerçek eylem gerektiren konular sosyal medya paylaşımlarının ötesine geçemiyor. Örneğin, kadın cinayetlerine karşı yapılan kampanyalar çoğunlukla hashtag'ler ve story'ler ile sınırlı kalıyor. Ancak sokakta, iş yerinde ya da aile içinde bu konuda harekete geçen kişi sayısı çok az. İkinci olarak, bu tür yüzeysel destekler, gerçek aktivistlerin ve toplumsal hareketlerin etkisini azaltabiliyor. Dijital dünyada büyük yankı bulan bir kampanya, insanların kendilerini görevini yapmış gibi hissetmesine ve gerçek eyleme geçmemesine neden olabiliyor.
Tabii ki sosyal medya tamamen etkisiz bir alan değil. Doğru kullanıldığında, toplumsal hareketlerin hızla yayılmasını sağlayabiliyor. Ancak önemli olan, sosyal medyadaki duyarlılığın gerçek dünyaya yansıyıp yansımadığıdır. Adalet, eşitlik ve çevre bilinci gibi konulara duyarlı olmak sadece bir tweet atmak ya da bir paylaşım yapmakla sınırlı olmamalı. Günlük hayatta bu değerleri savunmak, değişimi talep etmek ve küçük de olsa gerçek adımlar atmak asıl önemli olan nokta.
Gerçek aktivizm, dijital dünyada popüler olmanın ötesine geçip, sokakta, iş yerinde, ailede ve bireysel hayatımızda sürdürülebilir bir bilinç oluşturmakla mümkündür. Aksi takdirde, sosyal medya aktivizmi yalnızca bir vitrin olmaya devam edecek ve toplumda kalıcı bir değişim yaratamayacaktır.