Öncelikle yazıma başlamadan önce, bugünden itibaren gazetelerinde küçük bir köşe ayıran, ‘Kalem Gazetesi’ yöneticilerine çok teşekkür ediyorum. İlk yazımın ne olacağını düşünürken 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günün yaklaştığını fark edince, kadınlar üzerine bir şeyler yazmak istedim. “Kadın hakkı, kadının isyanı, kadının başkaldırısı” denince nedense ilk olarak aklıma Adem’in ilk eşi Lilith gelir.
Lilith, Musevilik ve Hristiyanlık inançlarında Adem'in ilk eşidir. Her ikisi de kilden yaratılmıştır. Lilith Adem'in kendisini üstün gördüğü bütün koşul ve şartlara rağmen ona ayak diretip ikisinin de eşit olduğunu savunmuştur çünkü Tanrı tarafından aynı şekilde yaratılmışlardır ve doğal olarak Lilith Adem ile eşit olduklarını sonuna kadar savunmuştur. Efsanelere göre Adem ve Lilith eşitlik konusunda tam olarak zıtlaşmış ve ikisi de geri adım atmamıştır. Bunun yanında cinsel yaşantılarında da Adem baskın olan bir tutum sergiler ve Lilith buna dayanamaz ve en sonunda Tanrı'nın yasak ismini söyleyerek Cennet'ten kaçar. Lilith cenneti terk ettikten sonra Havva yaratıldı. Havva cinsel olarak pasifliği, monogamiyi, kendini kurban eden bir anneliği, mutfağı ve çocuk odasını temsil ederken, Lilith eşit değer ve hakları, cinsel olarak aktif olmayı, hazzı ve çocuğu istememe hakkını temsil etmeye başlamıştır. Günümüzde feministler tarafından erkeğin otoritesine ilk başkaldıran kadın olarak görülmektedir.
Bu, kadın ve erkeğin yaratılışın dini ve mitolojik boyutu. Bu hikayeyi kadının erkeğe ilk başkaldırısı yönünden yazmak istedim. İşin bilimsel yönünü yazmaya kalkarsam bu köşeye sığmaz. Belki ileriki yazılarımda bu konulara da değinirim. Et toplayıcı dönemlerde erkekler avlanmaya giderken, kadınlar mağaralarda çocuklarla ilgilenip, av paylaşımını yapıyorlardı. Erkek fiziki açıdan kadına göre daha güçlüydü. Asıl önemlisi kadın çocuk doğurmak gibi bir mucize gerçekleştiriyordu. Erkek ise çocuk oluşumunda kendinin de bir payı olduğunun farkında değildi. Her şey içgüdüsel olarak oluyordu. Kadın önemli ve kutsaldı. Ta ki erkek çocuk doğumunda kendisinin de payı olduğunun bilincine erince kadını ezmeye ve hor görmeye başladı. İnsanlık tarihi boyunca kadınlar erkeğin elinde çok çekti. Bunun en büyük nedenlerden biri fiziki açıdan güçsüz oluşuydu ama en büyük neden ise dindi. Kadının dinde hemen hemen hiç yeri yoktu. Kadın peygamberin geldiği görülmemiştir. Erkek egemenliğinde, Tanrı’nın bile erkek olduğu düşünülürken kadın peygamberin ortaya çıkması düşünülemezdi. Aklımda kalan kadarıyla burada değinmek istedim, Antik Çağ’dan Rönesans’a kadar bütün tasvirlerde felsefeyi bir kadın olan bilgelik Tanrıçası Sophia simgeler. 1200’lü yıllarda 12 yaşında bir kız çocuğunun geleceğe dair söylemlerde bulunduğu, kahinlik yaptığı hatta peygamber olduğu hızla yayılır. Bunu duyan dini liderler, bölgeye tapınak şövalyelerini göndererek 12 yaşındaki bu kızı öldürmelerini isterler. Bu kızın adı Sophia’dır.
Kadınlar ve çocuklar tarih boyunca hep acı çekti. Kadınlar savaşlarda savunmasızdı, savaş ganimeti olarak görüldü. Oradan oraya savruldular, satıldılar, ezildiler, sadece çocuk doğuran, ev işleri yapan bir canlı olarak görüldüler. Cadı, büyücü iftiraları atılıp diri diri yakıldılar. Kadınların horlanıp ezilmesinde dinin çok büyük bir rol oynadığını söylemiştim. Mesela İslam hukuku miras konusunda hep erkeğe kayırmıştır. “Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.” (Nisâ: 4/11) Sözü çok fazla uzatmadan yakın tarihimize gelmek istiyorum. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün nereden geldiğini herkes biliyor. Ama kısaca hatırlayalım. 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi.
Osmanlı zamanında İstanbul’da nüfus sayımı yapılıyor ve sadece erkek ve hayvanlar sayılıyor. Osmanlı özlemi çeken kadınlar bunu iyi bilsin. Kadınlara hayvana verilen değer kadar değer verilmiyor. Türk kadınının durumuna baktığımızda, Atatürk tarafından Türk Kadını’na 1934 yılında seçme ve seçilme hakkı verildi. Daha o yıllarda Avrupa’da yaşayan çoğu kadın bu hakka sahip değildi. Anlaşılacağı üzere Türk kadını seçme ve seçilme hakkını elde etmek için, çok mücadele etmemiştir. Onun için hazırın değerini bir kesim kadın çok iyi idrak edemiyor. Kadına karşı şiddet konusuna gelince. Burada baş aktör erkek devreye giriyor. Her nedense bazı erkekler, seviyorum, aşığım, onsuz yapamam, onun için canımı bile veririm deyip kadınlara ya şiddet uyguluyor ya da öldürüyor. Sonra mahkemeye takım elbiselerle çıkıp iyi hal indiriminden yararlanmaya çalışıyor. Daha birkaç gün önce bir haber okudum, şubat ayında 20 kadın öldürülmüş. Yani her gün bir kadın, bir anne ya da bir anne adayı aramızdan ayrılmış. Kadına şiddet uygulayan erkeklere, ‘siz topraktan ot biter gibi mi bittiniz, nasıl dünyaya geldiniz?’ diye sormak lazım. İki gün sonra, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kutlama günü değil, farkındalık günü, farkında olalım. Daha yazacak o kadar çok şey var ki, ama şimdilik bu kadar yeter. Kadın ekonomik özgürlüğünü eline alıp kendi ayakları üzerinde duramadığı sürece bazı sorunların çözüleceğine inanmıyorum. Öncelikle kız çocukları mutlaka okutulmalı. Kırsalda yaşayan kadınların sorunlarına daha sonraki yazılarımda değineceğim. Kadının mücadelesi denince, Clara Zetkin’in hayatını mutlaka okusun. Kadının erkeğe karşı ilk isyanını Lilith başlattı ama pek gerisi gelmişe benzemiyor.