Küçük Prens, kendini tanıma yolculuğuna atılmış insanın sembolüdür. Zor zamanlarda ortaya çıkan “içsel insandır” hayatta iyi nedir, kötü nedir diye soran, acı çeken ve bu acının sebebini arayan, merak eden, öğrenmek isteyen herkestir. Sokrates gibi herkese sorular sorar, zaten sürekli soru sormak, buna karşılık pek seyrek yanıt almak kitapta görülen özelliklerden biridir. Anlamsız dünyalarda yaşayan yalnız karakterlere, varoluşsal boşluklarının üzüntüsü ile yaşayan insanların gezegenlerine seyahat eder. Uğradığı her bir gezegende tek bir yetişkin yaşamaktadır. Onları tanımak, uğraşlarını öğrenmek için onlara sorular sorar. Gezegenden gezegene yaptığı yolculuk kendi içine yönelttiği bir bakıştır. Bu gezegenlerin her birinde oturan yetişkinlerin birbirinden değişik uğraşları vardır ancak hemen hepsinde görünen ortak özellik kendilerine dönüklük ve yalnızlıktır.
Saint-Exupéry’nin Küçük Prens kitabı 316 farklı dil ve lehçeye tercüme edilmiş ve 27 bölümden oluşuyor. Her bölümde anlatılan olaylar, ilişkiler, düşünceler, kitabın «dostluk yoluyla yenilen yalnızlık» olan ana temasını değişik biçimlerde işliyor. Küçük Prens’in daha iyi insan olma yolunda bize öğrettiği değerler arasında sevgi, sadakat, bağlılık, dostluk, söz verme, sorumluluk, şefkat, saflık, masumiyet, güven, alçak gönüllülük ve hoşgörüdür. Konular bu erdemler etrafında gelişir. Okuyan kişiyi hayatın anlamını sorgulamaya, aramaya ve düşünmeye yönlendirir. Küçük Prens kitapta, kendi gezegeninde üç volkanı olan, gezegendeki kötü otları söken ve güneşin batışını izleyen biri olarak tarif edilir. Küçük Prensin gezegeninde bir gün bir çiçek doğar. Küçük Prens ona bakar ama çiçek çok nazlıdır ve bundan rahatsız olur, gezegenini terk eder çünkü bütün iyi niyetine ve sevgisine rağmen gülünden şüphe etmiştir. Bununla ilgili “onu sevmeyi bilmek için çok gençtim” der.
Hikâyenin anlatıcısı Pilot, bir kaza geçirir ve birden mutlak hiçlikle çevrili bir çölde bulur kendini. Kendi deyimiyle “Büyük Çöl üstünde uçağım kazaya uğrayana kadar, içimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım. Motorumun bir parçası kırılmıştı” Biraz dinlendikten sonra “tuhaf sesler” duymaya başlayınca uyandım. “Lütfen, bir koyun çizer misiniz?” İşte Küçük Prens ile tanışması böyle olur. Issızlığın, acı ve üzüntüden oluşan yalnızlığın ortasında, varoluşsal boşluk hissedilir. “Böyle, tek başıma, gerçekten konuşacak kimse olmadan yaşadım.” Pilotun hayatı, işi uçak üzerinedir. “Uçar bu. Uçak. Benim uçağım.” Ama sadece kendisi tarafından seviliyor daha yüksek bir değere sahip olduğu için değil ve bu tutunduğu son dayanak da kırılıyor.
Belirli olaylar arasındaki ilişkinin gece veya gündüz olması ilginçtir. Böylelikle pilotun çöldeki düşüşü, en yakın yerleşim merkezinden bin mil uzakta bir gecede olur. Küçük prensin ortaya çıkışı “gün ağarırken” gerçekleşir. Küçük gezegeni görünümüyle aydınlatan gül, “bir sabah, tam gün doğarken” gösterilir.
Yalnızlık, ıssızlık ve üzüntü gecede olur. Dostluk, bir arkadaşın varlığı, dünyayı ışıltı ve rahatlıkla doldurur. Güneş, sevilen kişinin görünümü ile doğar. Acı ve deneme içindeyken bile, yıldızlar kabullenmenin dinginliğini, anlamın neşeli farkındalığını sevenlere aşılar. İnsan kendi içinde bir çöl gibidir, ruhunun derinliklerinde bir kuyu vardır. Çölde olmak, bildiklerimizi deneyimlediğimiz, bilinç kazandığımız bir yerdir. Kuyudaki su, sadece boğaz kuruluğunu gideren bir içecek değil, yıldızlar altında yapılmış bir yürüyüşten, makaranın şarkısından, kol gücünden doğar ve kalbe iyi gelir, iyileştirir. Gerçek, her birimizin kuyusunun suyunda saklıdır ve bunu yalın ve saf hâlde “çıkarmak” bize düşer.
Çöl, kendimizle karşı karşıya geldiğimiz bir andır. Çöl sessizliktir, ışıktır. “Çölü güzel yapan bir yerlerde su kuyusunun saklı olmasıdır.” İç dünyamızın zenginliğini keşfetmektir. (Bu yazıda Zeynep Elkırmış’ın Feniks dergisinin internet sitesinden alıntılar yapılmıştır.)